
ILGAZ MAFYASINI TANIYALIM
Ilgaz AŞ ortakları olan Şenol Ilgaz, Mustafa Ilgaz, İsmail
Ilgaz, Mehmet Ilgaz ve Asım Çınar isimli şahıslar Ilgaz AŞ, Palet Ltd.Şti,
Yonca İnşaat, Çınartaş Ltd. isimleri altında SUÇ ŞİRKETLERİ kurdular, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik yasadışı faaliyetlerde bulundular.
Fakat işin tuhaf tarafı, internetteki yüzlerce yazılarımısenelerdir
zevkle okudukları gibi hala okuyorlar, sonra kuduruyorlar. Kenan daha ne
haltlar edecek, merakla bekliyorlar. Tayyib Kenan'la baş edemeyince,
savcılardan ve hakimlerden medet bekleyip dava üstüne dava açıyorlar. İş bilmez
avukatları sayesinde millete rezil kepaze oluyorlar. Oysa her zaman söyledim,
mahkemelerde karşıma kadın getirmeyin, erkek olun da testisli bir avukat bulun.
Kadınla savaşılmıyor kardeşim. 2. Sulh Ceza Hakimi kadın, avukat da kadın
olunca savaşın tadı kaçıyor. Zaten Hakim Berrin Hanım, bu davalarda hem hakim
hem avukat. Banu Bazarkaya'ya ihtiyaç bırakmıyor ki... Neyse... Biz hain Ilgaz
mafyasının suçlarına bakalım:
Devlet bankalarını hortumlamaktan cinayetlere, sit alanlarını yağmalamaktan
tarihi eser kaçakçılığına, extacy ticaretinden kara para aklamaya, her türlü
sahtecilikten kamu kurumlarından hırsızlığa ve Eskişehir Adliyesi'ndeki
savcılar dahil yüzlerce devlet memurunu rüşvetlerle ihya etmeye kadar çok
sayıda yasadışı faaliyetlerin içinde yer alan bu ortaklar AK PARTİ'nin
kurucularıdır. Bir zamanlar CHP'nin, Adalet Partisi'nin, ANAP'ın, DYP'nin de
borazanını çalıp adaletten muaf edilen ortaklar, 2002'den sonra Recep Tayyib
Erdoğan tarafından "Adaletten Muaf" edildiler, yargı önüne
çıkarılamaz hale getirildiler.
Mafya sözcüğünün lügattaki karşılığı: Yasa dışı işler yapan organize suç
örgütü, diğer adıyla: ÇETE... Bu internet sitesinde ILGAZ ÇETE'si ile ilgili
okuyacaklarınız, doğrulukları taahhüd edilerek anlatılmıştır. Zaten sırası
geldikçe belgelere tanık olacaksınız. Beş senedir belgelerle devletimin ilgili
makamlarına suç duyurularında bulunmama rağmen, devletimin ilgili makamları
şahsımdan ilettiğim konularla ilgili ifade, bilgi ve belge almadıkları gibi,
Ilgaz mafyasını korumak ve kollamak adına şahsıma yüzlerce dava açmışlar, savcı
odalarında ve mahkemelerde linç etmişler, 8 sene hapis cezası yüklemişler fakat
"deli raporu" aldırmayı "şimdilik" becerememişlerdir.
Şahsıma "deli raporu" aldırmaktan başka kurtulma şansları kalmayan bu
hainler, öyle sanıyorum ki 27 Ocak 2009 tarihinde şahsıma bu raporu aldırıp,
"olması gereken adaletten" ve Kenan'dan kurtulacaklar.
Ilgaz mafyası ortaklarının hobilerini ve fobilerini, bu ÇETE'yi kollamak ve
himaye etmek adına şahsıma savaş açanların hangi makamları işgal ettiklerini
kısa kısa anlatalım. Devletimize karşı hangi yasadışı eylemlerde bulunduklarını
da uzun uzun ayrıntılarla yer verelim:
1. AKP'li Şenol Ilgaz: Evli kadınları parayla kandırarak kendine "metres"
yapmakla ünlüdür. İspatlıdır, dileyen bana ulaşsın. Bu hainin hobisi kadın,
fobisi Kenan'dır. İki adet cinayeti vardır. Mafya şirketinin başıdır, tüm
işleri yasadışıdır. 300 bin YTL harcayarak ve AKP'li delegelere rüşvetler
dağıtarak, sahte ruhsatlı 35 kaçak villalasına ruhsat alabilmek için 2002'de
Murat Mercan'ı millete "vekil" eyleyen bir sülüktür. Vergi vermeyi
hiç sevmez, zaten vermez. Rüşvet yiyeni ve hırsızı çok sever. Çalıştırdığı
işçilerini "eşeği" gibi kullanır, sonra da parasını ödemez. "Eşek
işçileri" de Şenol Ilgaz'ı önce kireç çukuruna atar, sonra da alıp dağa
kaldırır, münasip yerine şişe sokarlar.
2. AKP'li Mustafa Ilgaz: Mafyanın 2 numaralı babasıdır. Hobisi de, fobisi de
yoktur. Ot gelmiş ot gitmektedir. İşi gücü, dini imanı paradır. Sahtecilikte
üstüne yoktur. Yılmaz Büyükerşen'e yedirdiği milyon dolarlar karşılığında
"sahte ruhsatlı" lüks villaları inşaa eden Palet Ltd. Şti'nin
sahibidir. 2005 Haziran ayında, "maşaları" Murat Mercan sayesinde
TBMM'de sahte ruhsatları inşaat ruhsatına dönüştürülmüş olsa da, yaptığı 35
lüks villanın yakında yıkılacağını bilir. Mafya dünyasında "Baron"
lakaplı bu şahıs Osmangazi Üniversitesi'ni talan eden, sahteciliklerle
vurgunlar yapan, yaptığı binaların yüzde ellisi hileli olan biridir.
3. AKP'li İsmail Ilgaz. Aslında "zavallı" biridir. Hobisi küfür,
fobisi Kenan'dır. Kulağının kesileceği günü sabırla bekler. Metres düşkünü
babası yüzünden başına gelmeyen kalmamıştır. Babası yüzünden, Dilek İnşaat
Mafyası İsmail Ilgaz'ı otomobille ezik ezik ezmiştir. AKP'nin "meclis
kurucu üyesi"dir. Yalancı, sahtekar ve alkoliktir. Uyuşturucu kullanır.
Ilgaz mafyasında Audi ve Volkswagen servisinden sorumludur fakat alakası
yoktur. Milletvekili Murat Mercan'la beraber, şirketin yasadışı işlerini
"yasal" hale getirmek için uğraşır. Kabadayılığı ve tehditi çok
sever. Sahtekarlıkta ve küfür etmede üstüne yoktur. Gün görmemiş tehdit ve
küfürlerinden örnek verecek olursak: " "Sen hamsalaksın
götoğlan." , "Aç dinle korkak pezevenk." ,"Senin de sonun
böyle olacak hamsalak.", "Çulsuz ibne", "Vilayet meydanında
götüne sokarım.", "Sende sike sürülecek akıl yok." , "Kalan
aklını da yakında alacaklar.", "Ananın amına taşı sümüklü",
"Ananın amında babasına göt vermiş sümüklü", vs... Utanç içinde
okuduğunuz bu küfürlerin sahibi takke giyip namaz kılıyor, 222 isimli
restauranttan çıkmıyor, ortağı olduğu BUDA BAR'ın müdavimi... Üstelik bir
AKP'li... AK PARTİ'nin kurucu üyesi... Çok şükür cinayeti yok. Fakat her an
cinnet geçirebilir. Tabii babası yüzünden...
4. AKP'li Mehmet Ilgaz: Ayyaşın biridir. Viskiyle havyarı, bir de siyah
BMW'sini çok sever. Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü'nü haraca bağlamıştır.
Şirketin "hırsızlık" ve "tokat" işinden sorumludur.
"Sarı Memed" lakabıyla "mafya dünyasında" ünlüdür. Allah'ı,
Kitab'ı ve bir de babası metres düşkünü Şenol Ilgaz'ı tanımaz. İncesinden bir
adet cinayeti ve müthiş bir silah koleksiyonu vardır. Ortak olduğu kendi
şirketini soymanın yollarını arar ve işçileriyle birlik olup soyar. Beyin
özürlü lüzumsuz biridir.
5. AKP'li Asım Çınar: Mafya içinde geri planda bulunur ve rüşvet vermede üstüne
yoktur. "Çınartaş" adıyla başka (medikal) ticari işlerde de bulunur
ve tüm yasadışı işleri kitabına uydurur. Ilgaz mafyasının ortak olduğu BUDA
isimli BAR'a "extacy" sağlar, bu ticaretten müthiş gelir elde eder.
Gençlerimizi zehirleyen bu şahıs ülkemizin geleceği adına tehlikedir. Şimdi
ayrıntılara geçelim:
YAPTIKLARI TÜM İŞLERİ HİLELİDİR
Girdikleri tüm devlet ihalelerinde en düşük teklifi vererek işi alırlar ve işin
yüzde ellisini hileli yaparak teslim ederler. Bu şekilde her yıl inşaat ve
asfalt işinden onlarca trilyon kazanırlar fakat asla vergi vermeyi bilmezler.
Özellikle 2000-2005 senesi arasında müthiş paralar kazanmışlardır fakat ne
kadar vergi ödemişlerdir, araştırınız.
İnşaat ve asfalt İşlerinde öyle ustaları vardır ki, hileli kısımları asla
tesbit edilemez, zamanla ortaya çıkar. Bunlara örnek Subay Orduevi ve Osmangazi
Üniversite binalarıdır.
ESKİŞEHİR SUBAY ORDUEVİ'Nİ YENİLEME OLAYI (ÖZET)
Subay Orduevinde ne tür hileler yaptıklarını ve binaya nasıl zarar verdiklerini
ilgili tüm makamlara bildirdim. Genelkurmay’a ifadeler verdim. Hüseyin Işık
isimli Albay'a ifadeler verirken, Mehmet Gürdoğan isimli bir başka Albay
sürekli ifademi kesiyor ve Ilgaz mafyasının avukatlığını yapıyor, kolluyordu.
Hatta diyordu ki:" Ilgazlar bu işte kesinlikle para kazanmadılar, zarar
ettiler..." Oysa ortada binanın patlatılmış bir kolonu vardı ve özellikle
su tesisat kısımları "yenileme" adıyla hep eski ve paslı malzemeler
kullanılmıştı. Üstelik bu malzemenin listesini bizzat ben tutmuştum ve tek tek
yazmıştım: Yüzlerce çürük ve paslı malzeme... Bildiğim konularda bu Albay beni
ikna edemedi ama, yapacağını yaptı ve şahsıma hazırlanmış bir pusunun içinde
yer aldı. (Bu olayı TIK'layarak okuyunuz).
İhbarlarımın hemen sonrasında Ilgaz mafyasıyla Albay Mehmet Gürdoğan suçbirliği
içine girdi ve Subay Orduevi Yenileme işinde kullanılmış çürük ve paslı malzemeler
tek tek değiştirildi. Ya patlatılan kolonla ilgili ne yapmışlardı? Bunu
öğrenmek için Genel Kurmay Başkanlığı'na ve Milli Savunma Bakanlığı'na konuyla
ilgili dilekçeler yazdım ve ısrarla 3071 sayılı dilekçeme cevap haklarımı talep
ettim. Savunma Bakanlığı’nın İnşaat Dairesi ihaleyi verdiği için Genelkurmay
işin içinden sıyrıldı ve topu Savunma Bakanlığı’na attı. Savunma Bakanlığı da
AKPARTİ’li olduğu için, olan biten tüm konuları kararttı. Çünkü AKP'nin Kurucu
Üyesi Ilgaz Mafyasının korunması gerekiyordu. Emir büyük yerdendi, Başbakan'ın
sağ kolu Murat Mercan'dan ve Başbakan Tayyib'dendi...
Oysa yedi katlı bu bina 5 şiddetinde bir depreme dayanmazdı. Çünkü AKPARTİ'li
Ilgaz mafyası bu binada bir kolon patlattı. Eskişehir deprem bölgesindeydi.
Başbakan’dan Adalet Bakanı’na, Savcılık’tan Valimize kadar bu tehlikeli durumu
öncelikle duyurmuş ve bu binanın çelik kontrüksiyonlarla güçlendirilmesini
istemiştim. Bu bina yıkılır mı, yıkılmaz mı, beş şiddetinde bir deprem
sonrasında sonucu hep birlikte göreceğiz. 1999 Gölcük depreminin Eskişehir'deki
etkisi çok küçük olmuş ve sadece bir bina yıkılmıştı. 60 kişinin öldüğü bu
binanın önceden kolonu kesilmişti. Bu binanın altında bir otogaleri vardı ve
sahibi, otomobillerine rahat manevra yaptırmak için bir kolonunu kesmişti. Bu
felaketi otogaleri sahibi hazırlamıştı. Subay Orduevi'ndeki felaketi hazırlayan
ise Ilgaz mafyasının patronu Şenol Ilgaz...
AKPARTİ'li Ilgaz mafyasının Subay Orduevi'ni güçlendirme ve yenileme
çalışmalarını Mehmet Kalfa ve Bayram Usta isimli iki şahıs yaptı. Çok iyi
tanıdığım bu şahısların inşaat mühendisliğiyle hiç bir alakaları yoktur. Bu
binada kolon güçlendirme çalışmalarında kesinlikle mühendis görevlendirilmedi.
Her zaman uyguladıkları kara düzen ile ve hileleri kamufle ile bu bina yenilendi.
Bir deprem sonrasında Subay Orduevi çökerse ve adaletimiz Mehmet kalfa ve
Bayram Usta'nın yakasına yapışırsa, bu adalet olmaz. Bu şahsılar suçlu
değildir. Suçlu olan bu şahsıları yönlendiren, hileleri kamufle ettiren Şenol
Ilgaz'dır. Böyle bir felaket sonrasında adaletimizin, yakasına yapışıp hesap
soracağı dört kişi vardır: Şenol Ilgaz, Gökhan Karaburun, Murat Mercan ve
Başbakan Tayyib...
Ilgaz mafyasının Eskişehir Subay Orduevi'ni yenileme sonrasında en acı kısım:
İşin bitiminde Genelkurmay tarafından bu AK PARTİ'li mafyaya “Teşekkür Belgesi”
gönderildi. İhbarlarım hiç bir surette kaale alınmadı.
Subay Orduevi konusundaki ihbarlarım sonrasında Ilgaz mafyası tarafından
şahsıma bir komplo hazırlandı ve tuzağa düşürüldüm (2004 başları). Mafya
patronu Şenol Ilgaz ve adamları şahsıma çok sayıda belge imzalatmaya
çalıştılar. Bu belgelerin içinde Subay Orduevi'yle ilgili bir ifade de vardı.
Altını imzalatmaya çalıştıkları fakat beceremedikleri bu kağıtta aynen şunlar
yazıyordu: "Eskişehir Subay Orduevi'ndeki kolon patlatma işi ve paslı
malzemeleri kullanma işi konularında yalan söyledim. Bu iddialarım gerçek
dışıdır. Patronlarıma iftira attım. Kamuoyundan ve patronlarımdan özür
diliyorum."
Bir arkadaşımın yardımıyla ellerinden kurtuldum ve Eskişehir Çarşı Polis
Karakolu'na giderek, hainlerin elinden kurtulmama vesile olan arkadaşımla
birlikte ifade verip şikayetçi olduk. Eskişehir Başsavcısı'na hitaben bir
mektup yazıp olan biteni anlattım. Eskişehir Başsavcı Vekili Coşkun Mutluer
şahsımı makamına davet ederek "ifademi" almak yerine, karakolda
verdiğim ifademi yırttı, alay etti, dalgasını geçti. Başsavcı Vekili ile aramda
geçen konuşmaları banda kaydettiğim gibi, Şenol Ilgaz'ın silah zoruyla şahsıma
imzalattırmak istediği bu belge olayının bir şahiti ve ses bandı da vardır. Bu
ses kayıtlarını ve şahidimi AĞIR CEZA MAHKEMESİ'ne saklıyorum. Fakat önce,
şahsımı kale alıp dava açacak şerefli bir savcı bulmalıyım. Ara ki bulasın...
Ilgaz mafyası, Subay Orduevi Müdürü Mehmet Gürdoğan'dan ya da Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Müdürü'nden temin ettiği ev adresime PTT havalesiyle 375 milyon lira
gönderdi (02/04/2004). Bu para neyin karşılığıydı, ihbarlarımın karşılığında mı
hak etmiştim? PTT makbuzunu hala saklıyorum. Bir kaç gün sonra da Ilgaz
mafyasının üç elemanı evime baskın yaptı. Sonra da "750 kilo hurda
çaldığımı" iftira ederek dava açtılar. Bu davanın içinde bir başka iddia
daha vardı: "İhbarları asılsızdır, akli ve ruhi durumu yerinde değildir,
vesayet altına alınması gerekmektedir." Kirli işlerinden sıyrılmak için şahsıma
çamur atan, evli kadınları kirli parasıyla kandırıp kendine metres yapan bu
namussuz adam (Şenol Ilgaz)'ın avukatları hep beceriksiz çıktı ve beş senedir
şahsıma "deli raporu" aldıramadı. Fakat bu davalarıyla devletin
savcılarını ve hakimlerini sahtekar eyleyip oğlumun evini talan ettirdi.
Bunların hesabını zaten soracağım. Subay Orduevi Binası çökerse, subaylarımızın
ölümüne sebep olursa, bu yazdıklarımı okuyan her kimse şahit olsun ki,
devletime müracat edip "cellat" olacağım ve Şenol Ilgaz isimli hainin
ipini bizzat çekeceğim. Bu işe Avrupa Kriterleri de engel olamayacak.
Görürüz...
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ'NDEN İHALESİZ ALINAN İNŞAATLAR (ÖZET)
Eskişehir Büyükdere Mahallesi’nin güney ve batı kısmı Anadolu Üniversitesi
toprakları içindeydi. Yılmaz Büyükerşen bu Üniversitede Rektör’dü. O zamanlar
Dilek İnşaat isimli bir mafya şirketi Anadolu Üniversitesi inşaat işlerini
ihalesiz alıyor, kitabına uyduruluyordu. Bir gün Ilgaz AŞ de ihaleye girmek
istedi. Dilek mafyası fırsat verir mi? İsmail Ilgaz’ı otomobil ile ezerek
gözdağı verdiler.
Mafya Babası Şenol Ilgaz kafasına koymuş bir kere, vazgeçmedi ve Yılmaz
Büyükerşen’i kendine benzeterek Anadolu Üniversitesi’nin inşaat işlerini
ihalesiz almayı başardı. Ilgaz mafyasına ait olan Tıp Fakültesi Karşısındaki
Shell Petrol İstasyonuna Büyükerşen’i ortak ettiler, fakat ortak Büyükerşen’in
kızı gösterildi. Karşılığında, senelerce sürecek olan ihalesiz inşaat işleri
başladı. Bu üniversite Osmangazi Üniversitesi adını alarak aynı işler devam
etti, günümüze kadar geldi. Nejat Akgün Rektör oldu, Hocası Büyükerşen’i
kıramadı, aynı işler yine devam eder oldu. Değişen tek şey, Büyükerşen’in
alacağı pay Nejat Akgün’e aktarılır oldu. Bu arada Büyükerşen’in kızı
ortaklıktan çıkarıldı. Suç ilişkileri karşılıklı olduğu için, kimse kimseden
şikayetçi olmadı.
AKPARTİ'li Ilgaz mafyasıyla DSP'li Büyükerşen birçok suç ilişkilerinde yine
beraber oldular. Bunları aşağıda okuyacaksınız. Osmangazi Üniversitesi’nin bazı
binalarını incelediğimde duvarların çürük olduğu, bazılarının patladığı,
dışarıdan bakıldığında iç mekanın patlak duvarlardan görüldüğü tesbit
edilebilir. Tekmeyle dahi yıkılan bu duvarlar, depremde ne hale gelir, düşünün.
Bu binaların tamamının Sayıştay tarafından müfettişlere inceletilmesi
gerekmektedir. Ayrıca hiçbir ihale olmadan senelerce bu inşaat işleri ne
şekilde AKPARTİ'li Ilgaz mafyasına peşkeş çekildi detaylı araştırılması
gerekiyor.
ESKİŞEHİR SUBAY ORDUEVİ OLAYI
Bu sayfada okuduğunuz olayların, konuların, cümlelerin ve her kelimenin
doğruluğunu taahhüd ederim. Yazdıklarımın içinde ADALET'im bir tek yalanımı
dahi yakalarsa, şahsıma verilen her cezaya razıyım. Fakat araştırılır da
anlattığım her olayın doğru olduğu ortaya çıkarsa, işte o zaman şahsımı
linç eden Adaletin her bireyinden hesap sorarım.
Konulara girmeden önce kısa bir açıklama yapayım: 20 Temmuz 2002 tarihinde
Ilgazlar AŞ Çukurhisar Yonca Asfalt Tesislerinde "bekçilik", aynı
zamanda mecbur olmadığım halde bilgisayarlı "TIR kantarı tartımcısı"
olarak çalışmaya başladım. Fakat öyle tuhaf şirketti ki, patronlarımın yasadışı
işlerine, hırsızlıklarına, cinayetlerine 15 ay sabredebildim. Üstelik işçileri
Eskişehir Subay Orduevi'nde bir kolon patlatıldığını söylediklerinde, acıma
duygularını yitirmiş bu patronlarla iplerimi kopardım ve işyerimden ayrılmadan,
bir çok konularda şahit olduğum yasadışı işlerinin belgelerini toplayarak ihbar
etmeye karar verdim. Mafyadan hiç bir farkı olmayan bu işyerinden ve ailemle
birlikte kaldığım şantiye içindeki evden, 20 Eylül 2003 tarihinde, Eskişehir
Organize Sanayi Bölge Müdürü Ali İhsan Karamanlı'nın yardımıyla kurtuldum.
Şahsıma yardımcı olan Ali İhsan Karamanlı inkar ederse, telefon konuşmaları da
dahil aramızda geçen tüm konuşmalar ses bantlarında mevcuttur, uzmanlarca
incelenmesini talep edeceğim. Burada Ilgaz mafyasının hırsızlıklarına birkaç
örnek verelim:
2003 asfalt sezonunda Ilgaz mafyasına ait ve ruhsatı olmayan döküntü Fatih
marka kamyonlardan ikisi asfalt taşırken, 06 LFS 70 plakalı kamyonları hiç bir
zaman Organize Sanayi Bölgesi TIR PARKI'na asfalt götürmedi. 22 ton asfaltı
dahi götüremeyecek olan bu kamyona sahtekarlık yapılarak 34 ton mal yüklendi.
Yani faturada. Gelin hep birlikte ve NOTER huzurunda Ilgaz mafyasına ait bu 06
LFS 70 plakalı hurda kamyona 34 ton asfalt yükleyelim, yerinden kımıldayabilecek
mi, hep birlikte görelim. Yüz binlerce ton hayali ihracattan 500 tonluk kısım:
Eskişehir Organize Sanayi Bölge Müdürü Ali İhsan Karamanlı, 34 plakalı bu iki
beton mikserinin fotoğrafını çekerek belgelediğini söyledi. Bu belgeleri ve
bilgileri şahsımdan alıp, hainlere dava açacak bir babayiğit var mı acaba? Yok
mu?
Ali İhsan Karamanlı'nın Bölge Müdürü olduğu Organize Sanayi Bölgesi'nden
hırsızlık yapılmıştı ve bunu belgeleyip ihbar etmiştim. Bu hizmetimin
karşılığında bu müdür şahsıma iş verdi, ailemle kalabileceğim kiralık bir ev
tutmama yardımcı oldu. Sonrasında Milliyetçi duygularım kabardığı gibi,
geceleri de uyku uyuyamaz olmuştum. Dört ay boyunca hem çocuklarımın başına
gelebilecekleri, hem de Subay Orduevi'nin yıkılabileceğini düşündüm. Çocuklarımı
feda etmeye karar verdim ve bir dilekçe yazarak Eskişehir Subay Orduevi
Müdürü'nün makamına çıktım, yasadışı işleri anlatan bir dilekçe teslim ettim:
Bu dilekçemden bir ay sonra Ilgaz AŞ'de "kepçe operatörü" olarak
çalışan Ali İhsan Sertel ile karşılaştım. Subay Orduevi ile ilgili ihbarımı
öğrenen Ilgaz soyadlı ortaklar şahsıma çok sayıda dava açmıştı. Fakat
çocuklarımı korumak adına ikamet adresimi her kimseden sakladığım için
tebligatlar şahsıma gönderilemiyordu. Bu mahkemeyi arayıp bulmaya ve davaya katılmaya
karar verdim. Ilgaz AŞ'de çalıştığım 15 ay içinde hangi olaylara şahit olduğumu
ayrıntılarıyla yazarken, 2004 Nisan ayının ortalarında Eskişehir Subay
Orduevi'nden telefonla arandım ve davet edildim.
Subay Orduevi'nde şahsımı bir Albay ve iki asteğmen karşıladı. İhbar mektubumla
ilgili Genel Kurmay Başkanlığın'dan geldiklerini ve ifademi alacaklarını
söylediler. İfade alma işi karşılıklı konuşma ve sohbet havası içinde geçti.
İfademi alan şahısın ismi Albay Hüseyin Işık idi. İki asteğmen odada yoktu
fakat Subay Orduevi Müdürü Albay Mehmet Gürdoğan sürekli odaya girip çıktı ve
anlattığım bir çok konuya müdahale etti. Ne anlatırsam hemen çürütmeye
çalışıyor, Ilgaz AŞ ortaklarını sürekli koruyordu. Devletin çıkarlarını değil
de bu beş adet hainin avukatlığını yaptı durdu. Dedi ki: "Ilgazlar bu
yenileme işinde para kazanmadı, zarar ettiler..." Ilgaz AŞ ortaklarını çok
iyi tanıdığımdan: "İhaleyi çok ucuz fiyatla kapatırlar fakat işlerinin
yarısı hep hilelidir. Buyurun araştırın. Bu binanın sıhhi tesisat işlerinde
bile yüzlerce çürük ve paslı malzemeler kullandılar. Bunların listesini ben
tuttum. Gördüklerime mi inanayım, size mi?"
Albay Hüseyin Işık'a "Dilekçemde yazdıklarım tamamen doğrudur. Yalan
söylemem için bir sebep yok. Bu dilekçeyi yazabilmek için dört ay düşündüm.
Vicdanım rahat değildi. Üstelik çocuklarımın ve benim başıma gelebilecek her
şeyi göze alarak sizlere ulaşmaya çalıştım. Ben görevimi yaptım, bundan sonrası
sizin bileceğiniz iş" dedim ve Ilgaz AŞ ortaklarının açmış olduğu mahkemeye
sunmak için hazırladığım yazılı savunmanın bir örnek CD'sini Albay Hüseyin
Işık'a teslim ettim. CD'yi Asteğmenlerden birine vererek çıktısını istedi. 12
sayfalık dilekçemi baştan sona okudu. Subay Orduevi'nden ayrıldım. 2004 Nisan
ayının ortalarında gerçekleşen bu ifade işinde teslim ettiğim CD'nin ve içeriği
savunma dilekçemin Albay Hüseyin Işık'tan alınarak aşağıdaki kopyası ile
karşılaştırılması gerekmektedir.
Kendi pisliklerini kapatmak için şahsıma iftira atan, 750 kilo hurda çaldığımı
iddia eden, akli ve ruhi durumumun yerinde olmadığını ispatlama yollarına
giderek hainliklerinden kurtulmaya çalışan bu beş adet vatan haini, yukarıdaki
dilekçem ellerine geçtikten sonra geri adım attılar ve davalarını geri aldılar.
Bu namussuzlar hem şahsımın hırsız olduğunu iddia ederken, ardından da şahsıma
375 milyon TL havale ettiler. Madem ki ben hırsızım, neden bana para
gönderiyorsun kardeşim? Ilgaz mafyasından ayrıldıktan tam 7 ay sonra
gönderdiğiniz bu 375 milyon TL neyin nesi?Pislikleriniz ilgili makamlara ihbar
etmemin ödülünü mü gönderdiniz?
Şahsımı "750 kilo hurda çalmakla" suçlayıp karakolda ifademi aldıran
bu hainlerle savaşmaya, bildiğim belgeli pisliklerini cümle aleme sunmaya karar
verdim. Çünkü hırsızlar sürüsü tarafından "hırsızlıkla" suçlanmak çok
ağırıma gitti. 2004 Nisan ayının sonlarına doğru şahsıma bir aracı gönderdiler
(Bu iyi niyetli aracıyı şimdilik deşifre etmek istemiyorum). Bu aracının
getirdiği teklif aynen şuydu: "Üç-beş milyar verelim, deliliklerinden vaz
geçsin, ekmek yediği kapıya sıçmasın... Yoksa mahkemelerde sürüm sürüm
süründüreceğim." Ben de aynen şu cevabı gönderdim:"Söyle o hainlere,
hırsızlıkların ve cinayetin bedelini parayla değil, hapisle ödeyecekler...
Ellerinden geleni ardına koymasınlar."
Bu aracının geldiği gün Eskişehir İl Kültür Müdürü'ne çıktım, sözlü ihbarlarda
bulundum. Fakat sayın Müdür gereğini yapmak yerine beni Gazetelere, Savcılığa
ve Vali'ye yönlendirdi. Ben de en son önerdiğini uygun gördüm ve ertesi günü
dilekçemi yazdım. Sayın Eskişehir Valisi ile birlikte dört gazeteye de
gönderdim. İşte:
26/04/2004
Sayın Vali'm,
Eskişehir'de Ilgazlar AŞ'nin sahibi Şenol Ilgaz'ın yaptığı Ilgaz Villaları
(Eski Basma Fabrikası yanı) sit alanına girmektedir.
Orada bir höyük vardır. Villaların temelleri kazılırken, bir çok tarihi eser
bulmuşlardır. Şenol Ilgaz, bulduğu tarihi eserlerden bir kısmını villasının
temeline gömdürmüş, bir kısmını satmıştır.
Bu şahısın geçmişi araştırılırsa, olayların ortaya çıkacağı malumdur. Bu tarihi
eserler kazı sırasında, ilk bulunduğu zaman ihbar edilmiş, suçunu vaadlerle ve
para karşılığında işçilerinden birinin üstüne sarmıştır. Şenol Ilgaz da bu
şekilde suçlanmaktan kurtulmuştur.
Her birinin değeri trilyonları bulan bu villalara imar iznini hangi kurumların
verdiğini araştırmanızı arz ve talep ediyorum. Kanunlarımıza göre sit alanı
ilan edilen topraklarda izinsiz kazı yapmak, temel açmak, bina yapmak suçtur,
çivi dahi çakılamaz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kanunları, Devlet
arazisi üzerine gecekondu yapıp, sonra da belediyeler tarafından yıkılanlar
için varsa, Şenol Ilgaz ve ortakları için de olmalıdır. Eğer yoksa, bu kimseler
kendilerini kanunların üstünde görürler ve kendilerince bir devletçik
yaratırlar. Kendi menfaatleri doğrultusunda kanunlar ve kurallar koyarlar.
Devlet içinde devlet suçtur. Ülkemizde her kimse Türkiye Cumhuriyeti
Kanunları'na uymayıp, kafasına göre birer devletçik kursa, ülkemizin
geleceğinin ne olacağı malumunuzdur.
Araştıracağınızı ve gereğini yapacağınızı umuyorum
Saygılarımla...
Kenan AKKUŞ
Sayın Vali Kadir Çalışıcı, bu dilekçemi işleme soktu ve bir hafta sonra
Eskişehir İl Jandarma Komutanlığı'ndan telefonla arandım. Arayan Yüzbaşı Volkan
Yılmaz'dı. Dilekçemle ve söz konusu sit alanıyla ilgili bilgiler verdim, aynı
zamanda da bu subaydan bilgiler aldım. (Bu bilgileri sonraki sayfalarda
ayrıntılı aktaracağım)
20/05/2004 tarihinde Başbakan Recep Tayyib Erdoğan'a hitaben çok kısa bir
dilekçe yazdım. Kolonu patlatılan Subay Orduevi'nden, bir cinayetten, birinci
dereceden korunması gereken sit alanına yapılan villalardan ve yağmalanan
tarihi eserlerden söz ettim. Ayrıca, Eskişehir Başsavcılık Makamı'na
gönderilmesi için ayrıca cinayet ihbar dilekçesi yazdım. Aynı tarihte Uğur
Dündar'a da postaladığım Başbakanlık Makamı'nda işleme tabi tutulan bu
dilekçeyi gönderdiğimin ispatı fotoğraflar bölümünde mevcut.
ILGAZ MAFYASININ CİNAYETLERİ
Aynı zarf içinde gönderdiğim cinayet ihbarı dilekçem işte:
Aşağıdaki dilekçeyi Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'na, ihbarımın kaale
alınıp araştırılması için Başbakanlık Makamı aracılığıyla gönderdim. Ayrıca
aynı dilekçeyi, takip etmesi için Sayın Uğur Dündar'a aynı tarihte postaladım.
Lokantalarda hamamböceği kovalamaktan fırsat bulamayıp, bu cinayete zaman
ayıramayan Sayın Uğur Dündar'a, Türk Milleti adına "sitemlerimi"
sarkıtırım.
20 / 05 / 2004
Başbakanlık Makamı Aracılığıyla,
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'na,
2002-2003 yıllarında ILGAZLAR AŞ, ESKİŞEHİR-ÇUKURHİSAR YONCA ASFALT
ŞANTİYESİ'nde bekçilik, aynı zamanda bu işyerinde TIR KANTARI tartımcısı olarak
çalıştım.
Dilekçem, ILGAZLAR AŞ sahibi Şenol Ilgaz'ın oğlu Mehmet Ilgaz'ın, kendi
şirketlerinde "usta olarak" çalıştırdıkları KOCA USTA lakaplı (ismini
bilmiyorum) şahısın ölümüne sebep olduklarıyla ilgilidir. KOCA USTA lakaplı
şahısı tanımıyorum. BU dilekçeyi vicdanımı rahatlatmak için veriyorum.
Koca Usta'nın kaza yapıp öldüğü gecenin akşamı, TIR kantarında asfalt yüklü
kamyonları tartıp çıkışını yapıyordum. Kamyon sayısı az olduğu için,
Eskişehir'e gidip geri gelmeleri iki saati buluyordu. Bu saatler içinde kantarda,
kamyonların dönüşünü beklemem gerekiyordu. Boş oturmaktan sıkıldığım için, 50
metre ileride asfalt makinasının kontrol kabinine iniyordum, asfalt üretiminden
sorumlu Metin ve kepçeci Ali İhsan Sertel ile vakit geçiriyordum. Bazen onlara
çay demliyordum, çay bardaklarını yıkıyordum. Asfalt işinin geç saatlere kadar
devam edeceğini söylediler. Fakat diğer taraftan bitüm'ün (asfalt malzemesi,
zivt) az olduğundan söz ediyorlardı. Gece saat 1'de iş biter diyorlardı.
Akşam saat 9 gibi Mehmet Ilgaz, mavi Volkswagen otomobil ile geldi. Mehmet
Ilgaz asfalt makinasının kabinine girince dışarı çıktım, kabin kapısı kenarında
bekledim. Metin "Bitümün az olduğunu, kamyonlara iki tur daha
yaptırabileceğini" söyledi. Mehmet Ilgaz "mazotun durumunu"
sordu. Metin, mazot tankına gidip kontrol ettikten sonra Mehmet Ilgaz'a
"200-300 litre var" dedi. Mazotun bu iş için yeterli olduğunu,
bitümün az olduğunu tekrarladı. Mehmet Ilgaz:"Usta'ya telefon edeyim de
500 litre mazot getirsin" dedi. Metin:"Mehmet Bey, mazot yeter. Koca
Usta'yı bu saatte ayık bulamazsın zaten, rahatsız etme adamı" dedi. Bu
sırada Ali İhsan, munkere kum doldurmak için kabinden ayrıldı. Mehmet Ilgaz da
kabinden dışarı çıktı, cep telefonunu tuşladı: "Usta ben Mehmet, mazot
azalmış, 300-500 litre al da gel" dedi. Usta mazotu getirmek istememiş
olacak ki: "Başlarım senin kafanın kıyaklığından, hıyar, benim kafa da
kıyak. Gecenin bu saatinde ben burdayım. Kalk gel, zıkkımlandığından burada da
var" derken, Metin'in viskisinden ve dolapta bekleyen bira şişelerinden
bahsediyor olmalıydı. Telefondan sonra Metin:"Mehmet Bey, mazota
ihtiyacımız yok, telefon et usta gelmesin. Gece vakti bir yerlere vurur bu
adam. Adama da yazık, arabana da..." dedi, Mehmet Ilgaz:"Si....
arabayı, biraz muhabbet ederiz, iki tek içeriz, sen arabayla evine
bırakırsın" dedi. Gece saat on buçuk gibiydi. Bu sırada kiralık kamyonlar
asfaltı boşaltıp gelmişti. Tır kantarına gittim, sırayla kiralık kamyonları ve
şirkete ait iki kamyonu tartıp gönderdikten sonra, Koca Usta'nın kaza yaptığını
haber alıncaya kadar kantar kabininden ayrılmadım.
Mehmet Ilgaz otomobiliyle son sürat gitti. Ardından Metin, şirkete ait Reno
Toros'la gitti. En son Ali İhsan, kepçeyle giderken kantarın önünde durdu, beni
çağırdı. Koşarak yanına gittim "Hayrola, ne bu telaş?" diye sordum.
Ali İhsan:" Ya ağabi, Koca Usta mazot getirirken, Satılmışoğlu Köyü'nün
yakınında elektrik direğine vurmuş. Adam pisi pisine gitti. Halbuki Metin o
kadar da söyledi Mehmet'e, adam bu saatte sarhoştur, mazotu getirtme
diye." "Ölmüş mü?" diye sordum, "Bilmiyorum, Jandarma
telefon etti, adamı hastaneye kaldırmışlar" dedi ve kepçeyle hızla
uzaklaştı.
Saat gece yarısını geçmişti. Ali İhsan kepçeyle birlikte şantiyeye döndü.
Kepçeye bağlı hurda yığını kırmızı bir arabayla. "Hastaneye telefon
ettiklerini, Koca Usta'nın durumunun çok ağır olduğunu, sabaha çıkmaz
dediklerini" söyledi. Ali İhsan vicdanlı biriydi:"Metin o kadar
söyledi bu adam sarhoştur, çağırma diye. Pisi pisine gitti, yazık oldu
ustaya" diyordu. Çok üzülmüştük fakat yapacak bir şey yoktu.
"Koca Usta araba kullanmasını biliyor muydu? Ben bu adamın arabayla buraya
malzeme getirdiğini hiç görmedim" dedim. Ali İhsan:" Ya ağabi,
Mehmet'in salaklığından, alkollü adama araba mı teslim edilir? Hem de mazot
yüklü..." dedi, sonra Metin geldi Toros'la, Ali İhsan'ı alıp gittiler.
Sabah 5'te şantiyeye Şenol Ilgaz geldi, başka bir Toros'la. Yanında makam
şöförü Mahmut vardı. (Daha sonra bu makam şöförünü tekme tokat işten attığını
görmüştüm). Hurdaya dönmüş mazot tankerinin yanına gitti, ben de koşarak yanına
gittim. Koca Usta'ya ana-avrat dümdüz gidiyordu. "Pezevenk belasını buldu,
geberdi gitti, güzelim arabayı da götürdü" diyordu. Makam şöförü Mahmut
bulunup, sorulabilir. Hurda arabasını uzun uzun inceledikten sonra benden ifade
almaya başladı:"Akşam neler oldu burada? İçtiler mi? Mazot hiç mi yoktu da
sarhoş adamdan mazot istediler? Küfürle karışık sorularına sürekli
"Bilmiyorum" diyerek karşılık verdim. Sonra asfalt makinasına indi.
Yanında makam şöförü ve ben. Mazot tankına çıktı, içine baktı, küfürleri
sıralamaya devam etti:"Burada 500 litre mazot var. En az üç gün gider. Bu
adamı bunlar niye çağırdı, içki içmeye mi?" diye bağırdı, sonra asfalt
makinası kabinine girdi, yarım şişe viskiyi, dört şişe açılmamış birayı gördü,
sinirleri on kat daha kabardı. Bana sürüyle soru soruyordu. Cevap versem
dövecek, sessiz kalmayı tercih ettim. Sonra küfürleri sıralaya sıralaya
arabasına bindi, gitti.
Aynı günün akşamı iki adam geldi otomobille. Koca Usta'nın yakınlarıymış. Hurda
mazot tankerini görmek istediler, "Başınız sağolsun" diyerek hurda
yığının yanına götürdüm. "Akşam böyle mevzular oldu, fakat söyleyemiyorum,
acınız azalsın, ben sizi bulur söylerim" diyordum içimden. (Ilgaz AŞ
isimli bu suç şirketinden ayrılır ayrılmaz, ilk işim bu oldu zaten. Koca Usta'nın
evini buldum fakat eşi, evini kiraya vermiş, Muş-Varto'da polis olan damadının
yanına taşınmıştı. Koca Usta'nın ağabeyini tesadüfen buldum. Konuyu anlattım,
şikayetçi olmaları ve şahsımı da şahit göstermelerini istedim. Bu yaşlı adam,
cinayete kurban giden kardeşinin eşiyle telefonda görüşerek olayları anlattı.
"Ilgaz mafyasıyla uğraşılamıyacağını, Belasını Allah'tan bulmasını,
acılarını sineye çektiklerini" söylediler. "Ilgaz mafyasının yakasını
bırakmayacağımı, yasadışı tüm icraatlarıyla birlikte bu cinayetin hesabını
soracağımı" kendilerine arzettim. Koca Usta lakaplı Ruhi Güner'in alkolik
olduğuna ve alkol tedavisi gördüğüne dair belge istedim. Şimdi bu belge
şahsımda.)
Ali İhsan Sertel (Ilgaz'ın iş makinaları kullanan kepçecisi), merhametli fakat
patronuna bağlı bir adamdır. Anlattıklarımın doğru olduğunu söylerse,
merhametinden, yalan olduğunu söylerse, Şenol Ilgaz'a bağlılığındandır. Mehmet
Ilgaz'ı hiç sevmez. Bu anlattıklarımı itiraf edebilir. Ali İhsan Sertel'i
Mehmet Ilgaz işten atar, ertesi gün Şenol Ilgaz işe geri alır. Çünkü işini iyi
yapar. İş makinaları kullanma ehliyeti olmasa da, iş makinalarını kullanmada
üstüne yoktur. Ayrıca Şenol Ilgaz'ın bol miktarda "sır"larını
bildiğinden, Ali İhsan'ı işten atmak işine gelmez. Metin ise bildiğini okur.
Paradan çok içkiye önem verir. Servet sahibi olmuş, içki yüzünden bunları
kaybetmiş uçuk biridir. Eşiyle boşanmasına sebep içkidir. Mehmet Ilgaz her gün
Metin'e bir şişe kaliteli viski alır, birkaç paket Malboro alır, karşılığında
"bitüm hırsızlığı" yaptırır. Metin, içkili kafayla yüksek gerilim
hattı direğinin tepesine çıkar, tamirat yapar, ölümle oyun oynar. Kısacası
hayatında beklentisi olmayan biri. defalarca alkollü araba kullanmaktan
ehliyetine el konulmuştur. Alkol alan insanları kendine dost sayar.
Merhametlidir.
Yukarıda anlattığım üzere, Koca Usta lakaplı Ruhi Güner, bile bile ölüme
gönderilmiştir. Gönderen Mehmet Ilgaz'dır.
Yüce Türk Adaleti'nin gereğini yapacağına inanıyor, saygılarımı sunuyorum.
Kenan AKKUŞ
Ruhi Güner'e ait daire, eşi tarafından kiraya verilmiş ve eşi Varto'daki
kızının yanına taşınmıştır. Kiraya verilen bu dairenin tam adresi: Uluönder
Mah. Şahap Sok. Gençler Apt. Kızının telefonu: (İlgilenecek makamlar şahsımdan
alabilir)
Başbakanlığa sunduğum bu dilekçemle ilgili kamu görevini yapmamış, ısrarlı
ihbarlarım sümenaltı edilmiş, susturulmak için şahsıma bol keseden
"hakaret davaları" açılmış, "gıyabımda" hapis cezaları
yağdırılmıştır. Başbakanlık Makamına sunduğum bu dilekçemin akibetinin meçhul
olduğunu kamuoyuna duyuruyorum ve mahkemelere sunduğum, ancak bu mahkemelerde
hakimler ve savcılar tarafından sürekli örtbas edilen açıklamalarımı bir kez
daha yazıyorum:
Başbakanlık Makamı'na yazmış olduğum 20.05.2004 tarihli dilekçemdeki dört
konudan biri, şimdi aktaracağım cinayeti içermektedir. Şirketlerinde
"usta" olarak çalıştırdıkları ve "alkolik" olduğu
belgelerle sabit Ruhi Güner isimli şahısı bile bile ölüme gönderdiklerini
ayrıntılarıyla Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'na da bildirdim. Bu olaya bizzat
şahit olduğumu ilettiğim Başsavcı Vekili Coşkun Mutluer, bu cinayetle ilgili
bilgi almak yerine şahsımla alay etmiş, dalgasını geçmiş, sonra da "akli
ve ruhi durumumdan" şüphe duyarak Adli Tıbb'a sevketmiştir.
Şahit olduğum bu cinayetin aydınlanması için yardım istediğim Eskişehir
Cumhuriyet Başsavcılık Makamı, bu cinayeti aydınlatmak yerine, şahsımın
"deli" olduğunu isbat için büyük bir gayret içine girerken, aynı
konuda şahsıma "deli" raporu aldırmaya çalışan AKP'li Ilgaz
mafyasının servet sarfettiği makamlar da şahsıma "deli" raporu
aldıramamıştır. "Akli ve ruhi durumumun yerinde olmadığı, vesayet altına
alınmam gerektiğiyle" ilgili davaları mahkemelerde reddedildi. (27/05/2005
tarihinde Esk. 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde reddedildi. Hakimin şahsımı
"tutuksuz olarak yargılanmasına" karar verdiği ara kararda reddedilen
davalara da yer verildi. Hazırlık No:2005/6139 ve Esas No: 2005/401... Daha
sonra bu dava uzun süre kayboldu. Cumhuriyet Başsavcılı'ğına ısrarla suç
duyurlarında bulundum. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı, "onanması
için" YARGITAY'a göndermiş. Yargıtay 4. Ceza Dairesi de bu davayı bozup
geri göndererek "yargılanmanın kaldığı yerden devamını" talep etmiş.
)
AKP'nin kurucusu Ilgaz mafyasının istekleri doğrultusunda kirli oyunlara alet
olan Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı, bizzat ihbarda bulunduğum iki
cinayetten biri olan Ruhi Güner davası ile ilgili ne yapmıştır, ifadelerinin
alınması... Cinayete kurban giden bu şahısın kaza esnasında aşırı derecede
alkollü olduğunu, Çukurhisar Jandarma Karakolu'nda tutanakların, AKP'li Ilgaz
mafyasının istekleri doğrultusunda yazıldığını, hiç bir surette otopsi
yapılmadığını, üstelik bu şahısın "alkol tedavisi gördüğünü" isbat
eden belgelerin varlığını bildirdiğim halde, o zamanın Adalet Bakanı Cemil
Çiçek ne yapmıştır, ifadesinin alınması...
Bu cinayetleri örtbas etmekten başka ne yapmıştır ülkemizin Atatürkçü Başbakanı
Recep Tayyib Erdoğan? Dört senedir iddia ettiğim gibi, Ruhi Güner isimli şahıs,
Ilgaz mafyası içinde şöför olarak değil, motor ustası olarak senelerce çalıştı.
"Alkolik" olduğuna dair raporlar olmasına rağmen, Ilgaz mafyasının
dört numaralı babası Mehmet Ilgaz, önünü dahi göremeyen bu şahısı mazot yüklü
tankere zorla bindirdi. Önünü dahi görmeyen bu şahıs da mazot yüklü tankerle
elektrik direğine çarparak cinayete kurban gitti. Bu ifadelerimi doğrulayacak
dört adet görgü şahidi vardır. Bunlardan ikisi hala Ilgaz Mafyası içinde
çalışmaktadır.
Israrla suç duyurularıma devam etmem sonrasında, Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığı, bu olayda Ilgaz mafyasının suçlu olmadığını tarafıma yazıyla
bildirmiş, şahsımdan ifade almak yerine internet sitelerimdeki iki adet
cinayeti kasıtlı olarak birbirine karıştırmış, sümenaltı etmeye çalışmıştır. Bu
iki cinayetle ilgili ısrarla şahsımdan ifade alınması taleplerim reddedilmiş,
Ilgaz mafyası korunmaya devam edilmiştir, cinayetler zaman aşımına uğratılmaya
çalışılmıştır. Savcıların görevi adaleti yanıltmak değil, suçlu olanı adalete
teslim etmektir. Bu olayın, tarafsızlığını yitirmiş Adalet Bakanlığımızca
değil, İnsan hakları mahkemelerinin özellikle incelemesini beklemekteyim. Dört
senedir ilgili makamlara sunduğum ayrıntılı dilekçelerimin Ağır Ceza
Mahkemesinde incelenmesi gerekmektedir. Ruhi Güner'in eşi, kızı ve polis olan
damadı, AKPARTİ'li Ilgaz mafyasından korktukları için davacı olmamışlardır.
Makamına giderek bizzat şikayetlerimi ilettiğim Başsavcı Vekili Coşkun
Mutluer'in şahsıma söylediklerini, isbat edeceğimi taahhüt ederek aynen
aktarıyorum: "Mektubunun hiç bir tutar yanı yok. Kim okusa sana deli
olduğunu söyler. Hani hırsızlığın belgeleri, göster bakalım? Bir adam ölmüşse
sana ne? Yok mu bunun ailesi, onlar şikayetçi olsun. Sana ne oluyor? Kaçak
villalar hani nerede? Hangi paftada, hangi parselde? Deli zırvalarıyla oyalama,
vaktim yok. Çarşı polis karakoluna ifade mi verdin? Hadi isbat et? (Şahitimle
birlikte verdiğimiz dilekçeleri yırtıyor. Yırttığı bu dilekçelerin içeriği:
Şenol Ilgaz ve çetesi şahsıma pusu kuruyor, zorla bir çok belgeleri imzalatmaya
çalışıyor. Bir şahit ve ses kayıtları mevcut.)" Başsavcı Vekili'nin de ses
kayıtları şahsımda mevcuttur.
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Savcı Cemal Gürsel Sarıca ismiyle şahsıma
postaladığı bu açıklamayı okudunuz. 20/05/2004 tarihli Başbakan'a sunduğum
ifademi ve ardından ilgili makamlara sunduğum açıklamaları da okudunuz. Bu
cinayetle ilgili Eskişehir Başsavcılık Makamı hiç bir surette bu olay ile
ilgili ifademi almadığı gibi, bizzat ifade verme isteklerimi reddetti. Yukarıda
altını çizerek sunduğum "maktülün ölümünü PTT'den emekli bir şöför olan
Müeyyid isimli şahısın para karşılığında üstlendiğini iddia etmiş ise
de..." Yukarıda anlattığım üzere, böyle bir ifademi okudunuz mu?
Başsavcılık, her zaman olduğu gibi ihbarlarımı karartmanın yollarını aradı. Bu
şahıs şöför değil, alkol bağımlısı bir motor ustasıdır. Alkolik olduğunun
belgeleri vardır.
Kaza yaptığı gece önünü göremeyecek derecede alkollü olduğunu söyleyecek 4 adet
şahit 5 senedir ifade vermek için hala bekliyor. Aşırı derecede alkollü olan bu
şahsın, mazot yüklü tankere zorla bindirildiğini söyleyecek iki adet görgü
şahidi ifade vermek için hala bekliyor.
Kasıtlı olarak otopsi raporu dahi alınmadığı gibi, Çukurhisar Jandarma'daki
yetkililer, Cani Mehmet Ilgaz'ın ifadeleri doğrultusunda tutanak düzenledi.
Çünkü daha önce Çukurhisar Jandarma'ya çok kıyak geçti. Bu kıyak kısmı öğrenmek
isteyen savcılarım, cinayetle ilgili başka bilgileri de şahsımdan bizzat
almalıdır.
İfadelerimi İnternetten alanlar, işte örnekte görüldüğü gibi işine geldiği
şekilde karartmaya devam ediyor. "PTT'den emekli Müeyyid" kısmı, bir
başka cinayete aittir. Bu cinayeti işleyen de Şenol Ilgaz'dır. Bu cinayetin
içinde kırmızı bir Mercedes ve rüşvetle susturulan bir görgü şahidi Savcı
vardır. İşlediği cinayeti "PTT'den emekli Müeyyid'in" sırtına para
karşılığında ve vaatlerle yüklemiş, cinayetten sıyrılmıştır. Senelerce
cezaevinde yatan Müeyyid, cezaevinden çıktıktan sonra Şenol Ilgaz'ın yakasına
yapışmış, Şenol Ilgaz'ın vaadettiği paraların ve yerine getirmediği konuların
hesabını sormak istemiş, fakat kısa bir süre sonra ölmüştür. Ölmüş müdür?
Öldürülmüş müdür? Eğer şerefiyle görevini yapmak isteyen bir savcımız hala
kaldıysa, işte bu üçüncü cinayeti belgelerle şahsımdan öğrenebilir. Buyurun,
bekliyorum...
Başsavcılığın şahsıma gönderdiği belgeden anlaşılıyor ki: malımızı, canımızı, namusumuzu
Devlet adına korumak ve kollamak adına maaş alan ilgili tüm makamlar,
görevlerini beş senedir yapmamaktadır. Beş senedir ısrarla anlattığım
"Devlet Büyükleri"m, ihbarlarımı araştırmak yerine, ILGAZ soyadlı
namussuzlar sürüsünün Ak Parti kurucusu olmaları sebebiyle cinayetleri,
hırsızlıkları, sit alanı yağmacılığını, tarihi eser kaçakçılığını, horumları,
karaparaları, sahtecilikleri, rüşvetleri ve uyuşturucu ticaretini görmek
istememekte, Türkiye Cumhuriyeti'nin sorumlu bir vatandaşını linç etmeye devam
etmektedirler. Bu namussuzları ihbar etmekle aslında "devlet
memurlarına" hakaret ettiğim iddia edilip hapis ve para cezaları
yağdırılmaktadır. Milli servetlerimize sahip çıkmamın ve yaşanan yasadışı
işleri ihbar etmemin karşılığı şu anda 8 sene hapis cezasıdır. Bir başka ülkede
olsaydım, devletimin yetkilileri şimdi onur madalyası verirdi. Ben madalya
falan istemiyorum kardeşim. Münasip yerlerine soksunlar. Fakat önce bu vatan
hainliklerine bir nokta koysunlar.
Yukarıdaki belgenin en sonunda diyor ki: “CMK’nun 172 ve 173. maddeleri
gereğince, kararın bidirim tarihinden itibaren işleyecek 15 günlük yasal süre
içinde Kütahya Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz yolu açık olmak üzere” diyor. Yani
demek istiyor ki Eskişehir mahkemelerinin itiraz etme yeri, yani üstü Kütahya
mahkemeleri…
Kütahya’ya giderek Başsavcısı Cemil Kuyu ile görüştüm. Eskişehir’deki yasadışı
işleri ve cinayetleri makamında anlattım. Eskişehir Başsavcısı ve Başsavcı
Vekilinin taraflı davranarak suçları örtbas ettiğini ilettim ve yardım istedim.
Hatta reddi hakim talebinde bulunduğumu ve bunun kabul edilmediğini, bu sebeple
Kütahya’ya yerleşip mahkemelere Kütahya’dan katılmak istediğimi, bu konuda
yardımcı olmalarını istirham ettim. “Eskişehir savcılarının ve mahkemelerinin
amiri ben değilim, mahkemeleri Kütahya’ya taşıman da mümkün değil, Adalet
Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğü’ne şikayetlerini ilet” tavsiyesinde
bulundu ve uğurladı. Madem ki böyle, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı neden
"itiraz hakkımı" Kütahya'ya sunmamı talep ediyor? Kimler kimlerle
dalgasını geçiyor, Allah bin türlü belasını versin...
Kütahya Başsavcısı’na hitaben yazdığım dilekçe işte: 057.htm
Adalet Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğü’ne çok sayıda dilekçe yazdım ve
her defasında bu suçlu şahsılar araştırılmadan AK’landı. Şahsımdan ifade alan
Baş Müfettişler susturuldu. Bu müfettişlerden biri Şevki Arkar. Bu müdürlükteki
Ramazan Kaya isimli hakimle makamında bizzat görüştüm, konulardan haberi
olmadığını, fakat altındaki imzanın kendisine ait olduğunu söyledi. Yani bu
dilekçeler işleme girmedi ve usulen şahsıma “soruşturmaya yer olmadığına”
cevapları geldi. Şahsıma gönderilenleri tıklayarak inceleyiniz: 024.htm
AKP’nin boyunduruğu altındaki Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nden
farklı bir şey mi bekledim acaba? Cinayetler dahi kapatılıyorsa bu memlekette,
söyleyecek tek sözüm kalıyor: Allah belanızı versin… Büyükerşen gibi barsak
kanserine yakalanırsınız da kan sıçarsınız inşallah... Amin...
Başbakanlık Makamı'na 20/05/2004 tarihli mektubumdan sonrasına devam edelim:
Dilekçemi kale alan Başbakan, konuyu araştırmak üzere Eskişehir Valilik
Makamı'nı görevlendirir. Şikayet ettiğim makamlara dilekçeler yazılır ve
"3071 sayılı dilekçeye cevap hakkı kanunu" çerçevesinde, şahsıma da
bilgiler gönderilmesi talep edilir. Konuyla ilgili şahsıma bilgi gönderen sayın
Vali, gönderdiği yazının köşesine kırmızı damgayla GİZLİDİR ibaresini
iliştirir. Bu makamlar şunlardır: 1).Subay Orduevi'nde kolon patlatılması ve
paslı malzemeler kullanılması husunda Eskişehir 1. Hava Kuvvetleri Komutanlığı,
2).Yağmalanan sit alanları ve tarihi eser kaçakçılığı hususunda Eskişehir İl
Kültür Müdürlüğü, 3) Ruhsatsız kaçak villalar hususunda Eskişehir Büyükşehir
Belediyesi ve Odunpazarı Belediyesi. (Yazılı ifademi ilettiğim cinayetle ilgili
hiç bir makamdan bilgi talep edilmedi).
1. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı 13/07/2004 tarihli bir mektup gönderir,
fakat üzerinde kocaman kırmızı damgalı "GİZLİDİR" yazısı mevcuttur.
Uzun uzun ayrıntılar sıraladıktan sonra, "Savunma Bakanlığı İnşaat
Dairesi'nin bu ihaleyi vermesi sebebiyle.." gerekçesinden sonra noktayı
koymuş ve sıyrılmıştır. GİZLİ olması sebebiyle mektubu yayımlamıyorum,
Eskişehir Odunpazarı Belediyesi 24/06/2004 tarihli, konuyla ilgili bilgi
göndermiş olsa da, bilgiler eksiktir ve olaylar 2002 öncesini kapsamaktadır.
Çünkü 2002 sonrası AKP iktidarını ilgilendireceğinden, devamı olan bilgiler
gönderilmemiştir. Şahsıma bu bilgileri gönderen, CHP üyesi olduğunu bildiğim,
AKP'li Odunpazarı belediye Başkanı Burhan Sakallı'nın CHP'li yardımcısı Erman
Gölet'tir. Bu bilgilerin şahsıma gönderilme işi, AKP'li belediye başkanının
bilgileri dışında gerçekleştiği olasıdır.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Başbakanlık Makamı'nın talebi üzerine
Eskişehir Valilik makamı'na "yasalar çerçevesinde" vermesi gereken
bilgileri vermemiş, "3071 sayılı dilekçeye cevap hakkı kanunu" ihlal
etmiş ve suç işlemiştir. Asli görevinin halka hizmet olduğunu unutan Belediye
Başkanı Yılmaz Büyükerşen, halkımızın ortak malı "sit alanlarıyla ilgili"
bilgi vermekten ısrarla kaçmış ve 35 adet kaçak villanın hesabını 5 senedir
vermemektedir. "Seçimle memur" olduğu iddia edilen bu şahsın, TC
Kanunlarında var olan ve ihlalinde ceza gerektiren bir 3071 sayılı dilekçeye
cevap verme hakkı kanununu ihlal etme lüksü var mıdır? İstenilen bilgileri
saklamakla, kamu yararına çalışmadığını da ispat etmiştir. Kimlerin hesabına
çalıştığını da böylece ispat etmiştir. Doğruları anlattığım için rahatsız olup
şahsımın "hakaret ettiğini" iddia edip dava eden, Eskişehir Büyükşehir
Belediye Başkanlığı Makamını işgal eden Yılmaz Büyükerşen, ısrarla mahkemelere
davet etmeme rağmen hiç bir duruşmaya katılmamıştır. 10 duruşmadan sadece
ikisine katılan avukatı ise, dilekçelerimde iddia ettiğim rüşvet konularında
ağzını dahi açmamış, şahsıma "iftira davası" açamamış, sekiz
duruşmaya da "mazeret dilekçesi" göndererek katılmamıştır. Dava
konusu ile ilgili tüm sorularım Yılmaz Büyükerşen ve avukatı tarafından
cevaplandırılmamış, şahsımı yargılayan hakim de iddialarımı araştırmayı bir kenara
bırakmış, "davanın sürüncemede kalmaması" adına şahsıma 3 sene hapis
cezasını layık görmüştür. Rüşvet alıp devletin anasını belleyenler suçsuz, bu
hainlikleri belgelerle ihbar edenler suçlu: Cezası 8 sene hapis...
Eskişehir İl Kültür Müdürlüğü de, Başbakanlık Makamının talep ettiği bilgileri
göndermeyerek suç işlemiştir. 3071 sayılı dilekçeme cevap hakkı kanunu
çerçevesinde, bu müdürün bilgi göndermeme gibi bir lüksü var mıdır? Emreden
Başbakanlık Makamı, emre itaat etmeyen yine devletin bir makamı: Eskişehir İl Kültür
Müdürlüğü...
belge 28/05/2004 tarihlidir ve Başbakan'a yazdığım dilekçemle hiç bir ilgisi
yoktur. Eskişehir Başsavcısı, ilgili makamlara ısrarla suç duyurularında
bulunmam sonrasında şahsımı iknaya çalışmış ve yukarıdaki belgeyi göndermiştir.
Ilgaz mafyasına bu şekilde kıyağını geçerken, ihbar ettiğim sit alanının resmi
belgesi bu şekilde elime geçmiştir. "Dimyat'a pirince giderken, evdeki
bulgurdan olmuşlardır..." Yukarıdaki "suç"u inceleyecek olursak,
Şenol Ilgaz isimli yağmacı ile lider edindiği Recep Tayyib Erdoğan'ın aynı
suçları işlediği görülür: 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'na muhalefet... Demek ki AKP çatısı altında "yağmacılık" HAK
ilan edilmiş... Lakin, yağmaladıkları alanlar ve olaylar tamamen farklı. Eskişehir
2. Sulh Ceza Hakimi Berrin Hanımefendinin okumaya ve incelemeye değer
görmediği, bu sebeple yargılanıp hapse atılmam için 1. Sulh Ceza'ya sevk ettiği
belgeli gerçekleri, mahkemelere sunduğum şekliyle aktaralım. Anlattıklarım
tamamen gerçektir, okuyun ve araştırın:
"AKPARTİ'li Ilgaz Mafyasının babası AKPARTİ'li Şenol Ilgaz 1990’ların
başında, Cevdetbey Çiftliği sınırları içinde kalan, Sümer Mahallesine ait
birinci dereceden sit alanı olan ve imara açılmamış, Eskişehir Planında “özel
tarım alanı” olarak belirtilmiş arazinin elli dönüme yakın kısmını sahibinden
çok ucuz fiyata kapatır. Birinci derece korunması gereken sit alanında olduğu
için tarım alanı olarak kullanmak dışında hiçbir işe yaramayan bu toprağı
satmak zorunda kalan şahıs, kalan kısmını da başka bir şahısa satar. Şehir
içinde olan birinci dereceden sit alanı topraklar ikiye bölünür. İkinci parçayı
satın alan abdestli namazlı bu Hacı, sit alanı topraklarını işleyip ekerken,
ilk büyük parçayı ucuza kapatan AKPARTİ'li Şenol Ilgaz neler yapar, belgeleriyle
inceleyelim. Yer: Eski Sümerbank Basma Fabrikası (Şimdi SARAR'a ait) yanı,
Cevdetbey Çiftliği… Bu arazinin birinci derece sit alanı olduğu, koruma altına
alınması gerektiği Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan tescillidir. (Belgesi
yukarıda) Şenol Ilgaz’ın ucuza kapattığı sit alanında 2600 senelik bir höyük
vardır, 2600 yıl önce bu arazide yaşamış Friglere ait bir tümilüstür. Tümilüs
demek krallara ait mezar demektir. Frig kralları öldükleri zaman tüm değerli
eşyalarıyla tümilüslere gömülürdü. Höyük adını verdiğimiz bu mezardan,
Eskişehir ve çevresinde bir başka benzeri yoktur. Frigya Devletinin son kralı
Midas 2600 sene önce Kimmerlere yenilir, Afyon civarındaki topraklarını terk
ederek, yukarıda adres olarak belirttiğim bu araziye gelir. Frig Krallığı
tarihe gömülmüştür fakat Kral Midas, yukarıda söz ettiğim arazide küçük bir
beylik kurar. Ölünceye kadar bu toprakları terk etmez. Altın madenini çok seven
Midas, tarihte “Altın Kral” olarak anılır. Öldüğü zaman işte bu tümilüse
serveti olan altınlarla gömülür. Ilgaz Mafyasının kurucusu Şenol Ilgaz,
tümilüsteki serveti bildiği için sit alanını bile bile satın alır. Şenol Ilgaz
öyle kurnaz biridir ki, hesaplarını ince yapar ve aklınca elde edemiyeceği şey
yoktur. Bu araziye villalar yapmak, temeller kazılırken altınları bir şekilde
çıkarmak, yasadışı yollarla çıkarılanları yine yasadışı yollarla satmak, elde
edilen ganimeti ilgili makamlarla paylaşmak düşünceleriyle girdiği bu işi
fazlasıyla becermiştir. Kral Midas’tan Şenol Ilgaz’a geçen servetin maddi değeri
10 katrilyon olarak tahmin edilmektedir. Yani tarihte Karun Hazineleri olarak
bildiğimiz servetten daha büyük bir servetin sahibi olmuştur. Bu servetin
manevi değerini ise, AKPARTİ'li Başbakan'ımız Recep Tayyib Erdoğan başta olmak
üzere hiçbir kimseyi enterese etmemiştir. Çünkü bu servet babasının malı
değildir, AKPARTİ'li Başbakan’ı da ilgilendirmez. AKPARTİ'li Şenol Ilgaz 1990
senesine kadar hiçbir kimsenin beceremediğini fazlasıyla yapmıştır. Aynı sit
alanının diğer parçasını satın alan şahıs ise hala toprağını eker ve biçer.
Kürekle toprağını bellerken karşısına ufak tefek tarihi eserler çıkar fakat,
“Başıma bir şey gelir” düşüncesiyle bu eserleri aynı toprağın daha derinlerine
gömer. Ona çivi dahi çakmak yasaktır. Yasadışı işler yapmak, rüşvet vermek ona
göre değildir. Çünkü abdestli, namazlı, haramı bilen bir Hacı’dır. Ektiği ve
biçtiği bu topraklara tek odalı bir ev yapmak ister ve DSP'li Yılmaz
Büyükerşen’e dilekçesini sunar. DSP'li Büyükerşen de bu Hacı’ya aynen şunu
söyler: “Olmaz hacı, yasak. Burası birinci derece sit alanı çivi dahi
çakamazsın…” Bu arazinin birinci dereceden sit alanı olduğunu bilen, çivi dahi
çakılamıyacağını söyleyebilen DSP'li rüşvetçi Büyükerşen’in, Ilgaz mafyasının
aynı araziye yaptığı 30 adet lüks villa iznini nasıl ve hangi şartlarda verdiği
bu Hacı’yı ilgilendirmez. Çünkü fesat biri değildir, toprağını ekmeye ve
biçmeye devam eder. Bu konuyla ilgili neler yaptım? Buyurun okuyunuz:
Birinci dereceden korunması gereken bu sit alanına 30 adet kaçak villa
yapıldığını, Eskişehir Kültür Müdürü’ne bizzat ilettim. Sayın Müdür bu konuya
ilgi duymadı. Şahsımı Valiliğe, Savcılığa ve hatta gazetelere yönlendirdi.
Çünkü kendisinin bu konuda hiçbir işlem yapamayacağını açıkça anlattı. “Bu iş
beni aşar, eğer bu makamlara şikayette bulunur da bu makamlardan bana bir yazı
gelirse o zaman görevimi yapabilirim” diyerek, zurnanın son deliği olduğunu
belirtti. 26/04/2004 tarihinde Eskişehir Valisi’ne dilekçe yazdım. “Ilgaz
mafyasının devlet içinde devletçik kurduklarını, yaptıkları trilyonluk villaların
imar izni olmadığını iddia ederek araştırılmasını" istirham ettim. Ilgaz
River Side ismini verdikleri lüks villaları yapan şirket Palet İnşaat, Ilgaz
AŞ’nin bir uzantısı, başında da AKPARTİ'li Ilgaz mafyasının ikinci patronu
AKPARTİ'li Mustafa Ilgaz vardı. Her biri trilyon karşılığı satılan bu lüks otuz
villa, Frig Krallığı’na ait antik kentin üzerine yapılmıştı. Mafya babası
AKPARTİ'li Şenol Ilgaz, kendi oturacağı villasını da işte bu 2600 senelik
tümilüsün hemen yanına özellikle yaptırmıştı. Çünkü kendisinin dağıtıp içini
boşalttığı höyüğün başkaları tarafından karıştırılmasını istemiyordu.
AKPARTİ'li Şenol Ilgaz tarafından bu höyüğün talan edildiğine, Ağır Ceza
Mahkemesi'ne sevkedildiğine (işte yukarıdaki belge), cezadan kurtulabilmek için
mahkemeleri başka şehirlere ve ilçelere taşıdığına, sonunda rüşvetle bu davayı
kapattırarak aklandığına dair (Bunlar da elimde) belgeler vardır. Kendi
oturduğu villasının inşaatı esnasında, höyükten çıkarılan fakat aklınca fazla
değer taşımayan tarihi eserleri temele gömdürmüş, suç unsurlarını yok etmeye
çalışmıştır. AKPARTİ'li Şenol Ilgaz'ın şu anda oturduğu villanın temelleri
kazılırsa, iddia ettiğim tarihi eserler günyüzüne çıkarılabilir. Höyüğü kimlere
emir vererek talan ettirdiğini isbatlayacak ses kasetleri vardır. Hatta Şenol
Ilgaz hakkında çok ince ayrıntılara sahip "kepçecisi"nin, iş makinası
olan kepçe ile höyüğü nasıl dağıttığını ve tarihi eserlerin nasıl
parçalandığını anlatan görgü şahitlerinin ses kayıtları mevcuttur. AKP'li Şenol
Ilgaz'ın emriyle 2600 senelik tarihi yok eden şahısların itiraflarını Ağır Ceza
Mahkemesi'ne sunmaya hazırım. 27/12/1994 tarihinde Şenol Ilgaz aleyhine Ağır
Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasının hemen sonrasında, DSP'li Yılmaz
Büyükerşen'in öncülüğüyle İl Kültür Müdürü'ne, Müze Müdürü'ne ve
"Kültür-Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyeleri"ne rüşvetler
dağıtılarak, imara açılmamış bir tarlaya "1. derece sit alanına istediği
villayı yapabilir" raporları alınmış ve bu raporlar doğrultusunda, o
zamanlar henüz yeni kurulmuş Odunpazarı Belediyesi'nden "İnşaat
ruhsatı" değil, "TADİLAT RUHSATI" rüşvetler karşılığında
alınmıştır. Rüşvete ve uçkuruna düşkün Odunpazarı Belediye Başkanı yakışıklı ve
DYP'li Ayhan Boyer, DSP'li Büyükerşen'in isteklerini kırmamış, olmayan binalara
"tadilat ruhsatları" vermiştir. Tadilat ruhsatlarının nasıl
alınabileceğine dair bir bilginin Büyükşehir Belediyesi'nden alınmasını talep
ediyorum. Yüce mahkemenizden, AKPARTİ'li Ilgaz mafyasının kurucusu AKPARTİ'li
Şenol Ilgaz aleyhine Ağır Ceza mahkemesi'nde açılmış ve "takipsizlik
kararı" verilmiş kamu davasının bitiş tarihiyle, İl Kültür Müdürlüğü'nden
alınan raporların tarihlerinin incelenmesini talep ediyorum. Bunlar
incelenirse, iddialarımda doğruları anlattığım görülür. Rüşvet çarkının içinde yer
almış müdürlerimiz ve başkanlarımız ve hatta hakimlerimiz de ortaya çıkmış
olur. Israrla talep ediyorum. DYP'li Ayhan Boyer'den sonraki Odunpazarı
Belediye Başkanı da, Büyükerşen'in ricalarını kırmıyor, "tadilat
ruhsatı" vermeye devam ediyor ve tadilat ruhsatları, olmayan binalar için
"inşaat ruhsatı" gibi kullanılıyor. Üstelik bu sit alanı için ortada
"Özel Yerleşim Alanı" değil de "Özel tarım alanı" olduğunun
belgesi vardır. Yani ilgili makamlar rüşvetler karşılığında suç üzerine suç
işlemişler, 1994 senesinden 2001 senesine kadar zincirleme süregelmiştir. Şu
anda üç yeni villa temeli daha açılmış fakat ısrarlı ihbarlarım sonrasında
Jandarma bu inşaatları durdurmuştur (Bu konuda şahsıma bu şekilde bilgi verildi
fakat yalan olduğu ortaya çıktı. Jandarma, hiç bir zaman bu inşaatları
durdurmamış, onlar da gözlerini yummuş).. "Üçüncü derece sit alanı"
ilan edilen Odunpazarı mevkiine "tadilat ruhsatı" dahi vermeyen bir
belediye, yetkinin sadece TBMM'den çıkabileceği "1. dereceden korunması
gereken sit alanına" nasıl ve hatta olmayan binalara nasıl "tadilat
ruhsatı" vermiştir, bu makamı işgal ederek yasadışı işlere imzalarını atan
şahısların yargı önüne çıkarılarak kamu adına hesap sorulması, Yüce
Mahkemenizin görevi olmalıdır. Dört senedir ilgili tüm makamlara ilettiğim yasadışı
işler, aslında Başsavcılık Makamı'nı enterese etmesi gerektiği, fakat suçlu
şahsılarla işbirliği içinde olduklarından bu asli görevlerini unuttuklarını
Mahkemenize bir defa daha hatırlatıyorum ve bu iki savcının Türkiye Cumhuriyeti
Adaleti önünde hesap vermesini bekliyorum."Tadilat Ruhsatı" ne
demektir, boş arazide olmayan binalara "tadilat ruhsatı" verilebilir
mi? Gökhan Karaburun bu kadar cahil mi? Bu Mahkemenin Ağır Ceza'da görülmesi
gerektiğinini ısrarla talep etmemdeki sebep Başsavcıyla ilgilidir. Adalet
Bakanlığı Müfettişlerine ifade verip fezleke hazırlattığım fakat Akparti'li
Adalet Bakanlığı'nca aklanan bu şahısların yasadışı icraatlarını sererek
cümlealeme isbat etmek istiyorum.
"Kimler kimleri kandırıyor?" diyerek öncelikle 20.05.2004 tarihinde
Başbakanlık Makamı'na suç duyrularında bulundum (Yukarıda). Başbakanlık Makamı,
suçladığım şahısların kimliklerini araştırmadan, yani AKPARTİ kurucu üyeleri
olduklarını bilmeden soruşturma başlatıyor. AKPARTİ'li oldukları anlaşılınca da
Başbakanlık ve Adalet Bakanlığı da dahil ilgili tüm makamlar araştırmak bir
yana, yasadışı işleri kapatma yoluna gidiyorlar. Bu mafya'nın AKPARTİ kurucu
üyesi olduğu ortaya çıkmadan önce Başbakanlık makamı şahsıma bir yazı
gönderiyor: "Dilekçenizin işleme alındığını, Eskişehir Valiliği kanalıyla
araştırma yapılacağını ve tarafıma bildirileceğini" belirtiyor. Eskişehir
Valiliği, Başbakanlık'tan aldığı talimatla görevini yapıyor, ilgili makamlardan
konuyla ilgili bilgi talep ediyor, bir nüshası da şahsıma gönderiliyor. İşte bu
tarihten sonra ilgili makamlardan "kırmızı damgalı"
"GİZLİDİR" ibareli mektuplar gelmeye başlıyor. Yani AKPARTİ'li Ilgaz
mafyasının yasa dışı işlerini kamuoyuna açıklamamı istemiyorlar, akılları sıra
gizlemem gerektiğini bildiriyorlardı. "GİZLİDİR" yazmayan
mektuplardan biri Odunpazarı Belediyesi'nden geliyor (Yukarıda), şahsımı bir
çok konuda bilgilendiriyor. Birinci dereceden korunması gereken sit alanına,
Eskişehir Kültür Müdürü, Müze Müdürü ve Kültür-Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun raporları doğrultusunda "tadilat ruhsatı" verildiği açıkça
yazılıyor, bu kaçak villaların parsel-ada-pafta numaraları iletiliyordu.
"Özel tarım alanı" olarak belirtilen bu sit alanına yapılan kaçak
villaların parsel numaraları işte: "Sümer Mahallesi Kızılyer Mevkiinde ve
tapunun 241 pafta, 2885 ada, 26-27-28-29 nolu parseller ve 241 pafta, 2892 ada,
9-10-11-12-13-14-15-16-20- 21-22-23 nolu parseller özel tarım alanı olarak
belirlenmiştir. İl Kültür Müdürlüğü'ne bağlı Müze Müdürlüğü ve Kültür-Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından verilen raporlar doğrultusunda söz konusu
parseller üzerine 10.03.1995 tarih ve 54 sayılı tadilat ruhsatı, 28.11.1997
tarih ve 347 sayılı tadilat ruhsatı, 29.05.2000 tarih ve 97 sayılı tadilat
ruhsatı, 15.06.2001 tarih ve 129 sayılı tadilat ruhsatları verilmiştir. Erman
Gölet-Başkan Yardımcısı". Şahsıma gönderilen bilgilendirme yazısında, yine
karanlıkta kalan kısımlar vardır. Bu yazı 16 adet villaya "tadilat
ruhsatı" verildiğini açıklarken, diğer 14 villa için açıklamayı
yapmamışlardı. Anlaşılıyor ki diğer 14 adet lüks villa için düzenlenmiş
"sahte ruhsat" yoktu. Kamu adına araştırılması...
Başbakanlık Makamı'na gönderdiğim ihbar dilekçemden 8 gün sonra Eskişehir
Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan şahsıma bir belge gönderiyor: "Şenol Ilgaz'ın
Sümerbank Basma Fabrikası Yanında ve sit alanı olan arsayı satın aldığı,
birinci derece sit alanı olan bu arazide kazı yaptığı, yine bu birinci derece
sit alanında inşaat yaptığı, bu nedenle hakkında 27.12.1994 tarih ve 1994/5953
Esas ve 207 iddia no ile Ağır Ceza Mahkemesi'nde kamu davası açıldığı, bu
nedenle aynı konuda yeniden aynı şahıs hakkında tekrar dava açılamıyacağından,
savcılığımızca takibat yapılmasına mahal olmadığı..." Aynen bunları
yazıyor. Yani Mafya babası Şenol Ilgaz'ın 1. derecede korunması gereken sit
alanında kazı yaptığı, inşaat yaptığı gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinde
yargılandığı yazıyor, aldığı cezaya yer verilmiyordu. Araştırmam sonrasında hiç
bir ceza almadığını, mahkemeyi önce Kütahya'ya, oradan da Trakya'da bir ilçeye
taşıdığını ve bu mahkemede rüşvetlerle bu olayı kapattırıp cezadan kurtulduğunu
öğrendim. Birinci derece sit alanında kazı yapmak, inşaat yapmak büyük suçtur.
Rüşvetlerle bu cezadan kurtulan AKPARTİ'li Mafya Babası, 1994'ten günümüze
kadar geçen 14 sene içinde 33 villa temeli kazarak, yani 33 kere kazı yaparak,
30 kere inşaat yaparak aynı suçlar toplam 63 kere tekrarlanmıştır. Antikacılık
belgesi olmadığı halde yasadışı yollarla çıkarılan tarihi eserlerle ilgili
henüz ayrıntıya girmedim. Aşağıda okuyacağınız bu kaçakçılık da üzerine ilave
edilirse ve bu yasadışı işleri AKP'li değil de başka partiden bir şahıs işlese,
Başsavcım da biliyor ki ömür boyu cezaevinden çıkamayacağı gibi, yaptığı tüm
kaçak binaları da başına yıkılırdı. Devletin ilgili makamları, özellikle
Başsavcılık ne yapmıştır? Başsavcı eğer bu mafyadan rüşvet almadıysa, neden
yeni kamu davaları açmamıştır? 63 kere tekrarlanan bir suç var ortada. Frig
Kralı Midas'ın mezarının talan edilmesini ve yasa dışı yollarla Eskişehir
tarihinin Yunanlılara satılmasını bu 63 rakamına eklemedim. Korunması gereken
sit alanı Gökhan Karaburun'un babasının malı mı ki göz yummuştur? İfadesi
alınsın.
Başbakanlık Makamına 20.05.2004 tarihinde yazdığım dilekçem sonrasında,
Eskişehir Valiliği kanalıyla, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı DSP'li
Yılmaz Büyükerşen'den de bilgi istenmiştir. Başbakanlığın bu isteğini yerine
getirmeyen ve bilgi vermekten kaçan Yılmaz Büyükerşen, şahsına yazıp
postaladığım iki mektubumu da dikkate almamış, kanuni cevap haklarımı vermemiş,
suç işlemiştir. Bu suçun Ağır Ceza Mahkemesi'nde dikkate alınmasını özellikle
talep ediyorum. "Tadilat ruhsatlı" 30 süper lüks villanın içinde
bulunduğu ve Ilgaz River Side adını verdikleri kaçak villalar grubunun
kurdelalı ve eğlenceli açılışının bizzat Yılmaz Büyükerşen tarafından
yapıldığını ısrarla kamuoyuna duyurmama rağmen, dört senedir Büyükerşen'den bir
açıklama gelmememiştir. Ayrıca AKP'li Ilgaz Mafyasının yaptığı bu kaçak
villaların tam ortasından geçen ve umuma açık olması gereken fakat her iki tarafından
Ilgaz mafyasınca barikatla kapatılan Eski Değirmen Yolu, Büyükerşen'in ilgisini
çekmemiştir. Bu yolun umuma açık olduğu Odunpazarı Belediyesi'nin kayıtlarında
alenen gözükmektedir. Ilgaz mafyasının kaçak villalarında başrolü oynayan
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'e yazıp postaladığım ve
dilekçeme cevap haklarımı beklediğim iki mektubumdan birini sunalım:
21/08/2004
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı
Yılmaz Büyükerşen'e,
İlişikteki gazete küpürünü okumanızı, Sinop Belediyesi'ni örnek almanızı ve
Sümer Mahallesi Kızılyer Mevkii'nde 1. derece sit alanı üzerine yapılmış Ilgaz
evlerini yıkarak, Frig Krallığı'na ait şehir kalıntılarını (Ayrıca Frig
Höyüğünü) turizme kazandırmanızı istirham ediyorum.
Sözkonusu bu adresteki villaların tam ortasından geçen, umuma açık olması
gereken ve barikatlarla kapatılmış Eski Değirmen Yolu'nu tekrar umuma açmanızı
istirham ediyorum. İncelerseniz neyi anlatmaya çalıştığımı anlarsınız.
Odunpazarı Belediyesi'nin vermiş olduğu ruhsatlar zaten kanunsuz ve
geçersizdir. Savcılığın şahsıma gönderdiği belgede bu mevkiinin 1. dereceden
korunması gereken sit alanı olduğu tescillidir. Frig Vadisi'nde uygulanan
"Sit Alanları Kanunu" ile hiç bir farkı yoktur. Gerekli işlemlerin
yapılarak bu bölgenin turizme kazandırılması gerekmektedir. Nereye kadar göz
yumacaksınız?
Başbakanlık Makamı'na 20/05/2004 tarihinde sunduğum 3071 sayılı "dilekçeme
cevap hakkı"mın diğer ilgili makamlarca olumlu karşılanıp ayrıntılı bilgi
verdikleri halde, Büyükşehir Belediyesi'nin "cevap hakkımı"
küçümsediğini ve ilgilenmediğini tahmin etmekteyim. İlgilenmenizi istirham
ediyorum.
Ayrıca, Tepebaşı Belediye Binası'nın camına astığınız Eskişehir planında Ilgaz
villalarını ve Eski Değirmen Yolu'nu belirtmeniz gerekirdi. Otuz villalık bir
siteyi plana dahil etmemeniz tesadüf olamaz. Lütfen bunları da ilave ettiriniz.
Bu mektubumu ihbar kabul etmeyiniz. Çünkü ihbarlarımı yaptığım makamları arka
sayfaya sıralıyorum.
Eskişehirli bir vatandaş olarak, söz konusu bu mevkideki Frigya Şehri'ni ortaya
çıkarmaya kararlıyım. Siz de Eskişehir'i seviyorsanız, görevinizi yapınız.
İlgilenmenizi istirham eder, saygılarımı sunarım.
Vatandaş Kenan Akkuş
Sözün kısası Eskişehir'in tarihi AKPARTİ'li Şenol Ilgaz, DSP'li Yılmaz
Büyükerşen, AKPARTİ Milletvekili Hasan Murat Mercan ve yine AKPARTİ'li Başsavcı
Gökhan Karaburun dörtlüsü tarafından katledilmiştir. Eskişehir'in başka tarihi
yoktur. Eskişehir'imizin en önemli tarihi geçmişi ve şehrimizde sadece bir tane
olan Frig Kralı Midas'ın mezarı , sorumluluk taşıyan makamlarca korunmadığı
gibi, AKPARTİ 'li mafya babası Şenol Ilgaz'ın sit alanı çevresine duvar
ördürerek, iki kapısına "özel güvenlik" yerleştirip, ilgili
makamların "koruma" işini bu AKPARTİ 'li mafya babasına devrettikleri
ortadadır. Üstelik bu "höyük" basından ve Eskişehir halkından
"sır" gibi saklanıyor. Eskişehir'i anlatan tarih kitaplarında adı
bile geçmiyor. DSP'li Yılmaz Büyükerşen'in çizdirdiği Eskişehir planlarında yer
verilmiyor, sürekli gizleniyor. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, tarihi miras
Frig höyüğünü ve 30 villa altında kalan antik kenti korumak isteselerdi,
AKPARTİ 'li mafya babası Şenol Ilgaz gibi bir kanun tanımazın ellerine teslim
etmezlerdi. Sözde "koruma" üyesi olan bu şahısların her birinin
Türkiye Cumhuriyeti Adalet'i önünde hesap vermesini talep ediyorum. Bu höyük ve
sit alanının her köşesi yağmalandığı gibi, Kütahya ve Afyon illerinde koruma
altına alınan 2600 senelik Frig tarihinin devamı olan bu sit alanları,
şehrimizdeki ilgili makamlarımızca hem de kasıtlıca yok edilmiştir. Sit
alanlarıyla ilgili çok sayıda araştırmalar yaptım. Bunların içinde doğruluğuna
emin olduğum bir konuyu aktarmak istiyorum: Eskişehir İl Jandarma
Komutanlığında görevli Yüzbaşı Volkan Yılmaz'ın şahsıma verdiği bilgiyi aynen
aktarıyorum: "Sit alanı üç türlüdür. Birinci ve ikinci dereceden korunması
gereken sit alanlarına inşaat ruhsatı verilemiyeceği gibi, tadilat ruhsatı
zaten verilemez. Bina asla yapılamaz. Üçüncü derece sit alanında ise halka açık
dinlenme yeri, ya da tarihi eserlerin sergilendiği, yine halka açık bir yer
oluşturulabilir. Fakat asla bu üç tür sit alanına bina yapma izni
verilemez." Şimdi Yüce Mahkemeniz aracılığıyla, ilgili makamlara
soruyorum: "AKP'li Ilgaz mafyasının yaptığı "tadilat ruhsatlı"
kaçak villalar yüksek çit telleriyle çevrili olduğuna göre, ayrıca iki
kapısında da özel korumalar olduğuna göre, burası halka açık bir dinlenme yeri
mi? Küçük bir kısmında Ilgaz Mafyası, büyük kısmında Eskişehir'in ileri gelen
zenginleri oturduğuna göre bu villalar, tarihi eserlerin sergilendiği halka
açık bir müze mi? Kimler kimleri kandırıyor? Eskişehir Kaçakçılık Şubesinde bu
konuyla ilgili ifadem alınıyor fakat "dede" lakaplı bir komiser
şahsımı sürekli azarlıyor. Sonunda patlıyor: "Git kardeşim, sen de sit
alanına villa yap..." Devletimden maaş alarak görevini yapması beklenen
fakat şahsımı kasıtlı olarak suça teşvik eden "dede" lakaplı bu
komiserin ifadesinin alınması ve hesap sorulması gerekmektedir. Ordumuzun
şerefli bir Yüzbaşısı "Sit alanlarına hiç bir surette bina yapılamaz, ruhsat
da verilemez" derken eğer yalan söylüyorsa, lütfen bu Yüzbaşı için de
kanuni işlem yapılarak dava açılması gerekmektedir. Eğer bu Yüzbaşı doğruları
söylüyorsa, beş adet pislikten oluşan AKPARTİ'li Ilgaz Mafyası, Başsavcı Gökhan
Karaburun, DSP'li rüşvetçi Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve
AKPARTİ Eskişehir Milletvekili "maşa" Hasan Murat Mercan hakkında
"Organize suç örgütü kurmak ve Eskişehir tarihini birlikte yok
ettikleri" suçlamasıyla kamu davası açılması gerekmektedir. Mahkemeniz bu
şahıslardan kamu adına ifade talep edemiyorsa, Mahkemenizin "yetkisizlik
kararı" vermesi, davayı Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevketmesi gerekmektedir.
Sorumluluk taşıyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bunu kamu adına
Mahkemenizden talep ve istirham ediyorum.
2002 seçimlerinde Ilgaz mafyasının içindeydim. Ilgaz mafyası, yasa dışı tüm
kirli işlerini kapattırmak için Hasan Murat Mercan'ı birinci sıraya
yerleştirerek milletvekili seçtirdi.
Ilgaz mafyası, Bu şahısın milletvekili olabilmesi için harcadığı para tahminen
300 bin YTL'dir. Hasan Murat Mercan'ın tüm seçim masraflarını karşılayan Ilgaz
mafyası, Ak Parti'li delegelere de rüşvetler dağıtmıştır. Ilgaz mafyası bu
kadar parayı babasının hayırına değil, öncelikle birinci dereceden sit alanına
yaptıkları kaçak otuz villanın yasal hale getirilmesi için çalışma yapması bu
sayın Milletvekilinden beklenmiştir. Bu sayın milletvekilimiz de istenilen
konuda çalışmalar yapmış ve yardımcılığını yaptığı Başbakan'ına iletmiştir.
2005 senesinin Haziran ayında sit alanlarıyla ilgili yeni yasal düzenlemeler
getirilmiş fakat bunlar kamuoyundan saklanmıştır. Sit alanlarının "park ve
bahçe" olarak düzenlenebileceğini de ifade eden bu sit alanı yasalar, iki
buçuk senedir karanlıkta kalmıştır ve değiştirilen bu yeni sit alanları
kanunlarıyla ilgili hiç bir bilgiye ulaşamadım. Devletin ve milletin ortak malı
olan sit alanlarının, ülkemizin tarih ve kültür mirası olduğunu hatırlatıyorum,
"park ve bahçe" olarak kullanmak dışında olan ve gizlenen kısımların
ilgili makamlarca kamuoyuna açıklanmasını ısrarla talep ediyorum. 2004
senesinin Nisan ayında Eskişehir Valiliği'ne, 2004 senesinin Mayıs ayında
Başbakanlık Makamı'na dilekçelerle bildirdiğim yasadışı sit alanları talanı
işinde, 2005 Haziran ayında muhtemelen çıkartılmış olabileceğini tahmin ettiğim
sit alanı yasaları bu yasadışı işleri kapatmamalı. Ilgaz mafyasının kaçak 35
villasının yasal hale getirildiği ortaya çıkarsa, anlattıklarımda haklı
olduğum, Murat Mercan'ın bu iş için seçtirildiği de ortaya çıkacaktır.
Odunpazarı Belediyesi'nin 100 senelik tarihi geçmişimiz olan Odunpazarı
evlerini koruma altına alma çabaları örnek teşkil etmeli ve 2600 senelik tarihi
geçmişimiz olan Frigya Krallığı, Ilgaz mafyasının villaları yıkılarak günyüzüne
çıkarılmalıdır. Milli servetler hiç bir şahısın tekelinde olamayacağı gibi, hiç
bir mafyaya peşkeş çekilemez. Bu tür kirli oyunlara kalkışanlar Devletimize
hainlik etmiş olurlar, vatana ihanetin cezası da kanunlarımızda bellidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin sorumluluk taşıyan bir vatandaşı olarak mahkemenizden
ve görevini yapmayan ilgili makamlardan talep ediyorum: Ilgaz mafyasının 30
kaçak villası yıkılmalı, 2600 senelik mirasımız Eskişehir turizmine
kazandırılmalıdır. Bu hepimizin vatandaşlık borcudur.
Yukarıda açık açık belirttiğim gibi, 10 katrilyon değerindeki tarihi eserlerin,
AKPARTİ 'li Ilgaz mafyasınca birinci derece sit alanından çıkarıldığı, yasadışı
yollardan yurtdışına kaçırılarak Yunanlılara satıldığı, bu kaçakçılığın Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde yapılmış en büyük tarihi eser kaçakçılığı olduğunu
ısrarla belirtmek ve geç kalmış takibin derhal mahkemenizce yapılmasını kamu
adına talep ediyorum. Antikacılık belgesi olmadığı halde kazı yaparak günyüzüne
çıkardığı tarihi eserleri yurtdışına kaçırmakla ihbar ettiğim AKPARTİ'li Ilgaz Mafyasının
beş elebaşı da, bu icraatlarını hiç bir ilgili makamdan saklamadıkları gibi,
yasadışı yollardan elde ettikleri ganimeti suçlarını örtbas eden ilgili
makamlardaki bazı şahıslarla bölüşmüştür. Bu şahısların tesbit edilmesi ve Yüce
Yargı önünde hesap vermesi gerekmektedir. Yasadışı kaçakçılıklara gözlerini
yummak ve kulaklarını tıkamakla suçladığım, Eskişehir Kaçakçılık Şubesinin tüm
personelinin ifadesinin alınmasını talep ediyorum. Ayrıca Eskişehir
Başsavcılığı'ndaki tüm savcıları da suçluyorum. Bu yasadışı işleri bildikleri
halde gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadılar. Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığı'ndaki tüm savcılardan davacıyım. Gelmiş geçmiş en büyük tarihi
eser kaçakçılığı Eskişehir'de tam 14 senedir yaşanıyor, fakat savcılarım
bildikleri halde kıllarını kıpırdatmıyor. Ilgaz Mafyasının depolarına baskın
yapmak için, Kaçakçılık Şube Müdürü Mustafa Bey'e ısrar ediyorum, fakat bu
Müdür korkuyor, "Baskın iznini Başsavcının vermeyeceğini" söylüyor.
Tüm ısrarlarıma rağmen baskın yapılamıyor. Oysa götüreceğim mekandaki tarihi
eserleri görseydi, Başsavcı'nın iznine de ihtiyaç duymayacaktı. Müdür Mustafa
Bey'in, ısrarlarımdan sonra şahsıma uyup Ilgaz mafyasının depolarına baskın
yapsaydı ve trilyonlar değerindeki tarihi eserleri yakalasaydı, eminim ki şimdi
Şırnak'ta aldıracaklardı soluğu, bir Müdür olarak değil, bir polis olarak.
Başsavcı tam dört senedir, AKPARTİ'li Ilgaz mafyasının tarihi eser
kaçakçılığını ısrarla bildirmeme rağmen kılını dahi kıpırdatmamıştır.
İnternette aylarca yaygara ettiğim tarihi eserlerin listesi de tamamen doğrudur
ve ilaveleri vardır. Talan edilen bu tarihin baş sorumlusu Başsavcı Gökhan
Karaburun'dur. Şahsım, sorumlu bir vatandaş olarak Eskişehir'in 2600 yıllık
tarihine sahip çıkmaya çalışırken, asli görevi devletin ve milletin malına
sahip çıkmak olan başta Başsavcı Gökhan Karaburun ve diğer tüm ilgili makamlar,
şahsıma destek verecekleri yerde şahsımı engellemişler, milletin ortak malı
olan eserleri pislik bir mafyaya peşkeş çekmişlerdir. Bu yasa dışı işlerin
hesabını Başsavcı'ya sormak ve cevap almak sorumlu bir vatandaş olarak en doğal
hakkım olmalı. Siz Sayın Hakim'den ve Yüce Mahkemenizden aynı duyarlılığı
bekliyorum, bu davanın Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmesi gerektiğini tekrar
talep ediyorum."
Şimdi tekrar Kaçakçılık Şubesi kısmına dönelim:
Yukarıdaki "Başbakan'a Dilekçe" konularını yaşadığım günlerde
Eskişehir Kaçakçılık Şubesi'nden de arandım ve ifade için çağırıldım. Bu
Şube'de görevli ve lakabının "dede" olduğunu öğrendiğim devletimin
komiseri, dilekçemle ilgili ifademi almak yerine şahsıma bağırdı, çağırdı,
hakaret etti, ara sıra da sit alanlarını yağmalamam için akıl verdi. Şahsımı
ikna etmek için, şikayetten vaz geçmem için türlü türlü örnekler verdi,
devletin hizmet beklediği görevin içine etti.
Kaçakçılık Şubesi'nde gördüğüm muamele üzerine 24/05/2004 tarihinde Eskişehir
Emniyet Müdürü Savaş Yücel'e mektup yazdım: İşte:
24 / 05 / 2004
Sayın Müdür'üm,
Öncelikle, sütten çıkmış ak kaşık olduğumu söyleyemem. Ancak, size bu
mektubumda ziftten çıkmış iki kepçeden, onların yasa dışı işlerinden, dahası
onlara destek çıktığına inandıklarımdan bahsedeceğim. İnanırsınız gereğini
yaparsınız, ya da inanmazsınız beni cezalandırırsınız. Siz bilirsiniz. Ben yine
de anlatacağım.
Şİrketin adı Ilgazlar AŞ. Kepçeler ise bu şirketin sahibi Şenol Ilgaz ve onun
oğlu Mehmet Ilgaz. Bu şahısların arasında bir buçuk yıl çalıştım. Hırsızlığın
adını ticaret olarak algılayan iki şahsiyet. İnşaat ve asfalt işleri yaparlar.
İster istemez hırsızlıklarına maşa oldum. Daha sonra bu hırsızlıklarından
birini ihbar ederek, bu şirketle ilişkime son noktayı koydum. İhbar ettiğim
kişi Eskişehir Organize Sanayi Bölge Müdürü'ydü. Hırsızlığı belgelediğim için
teşekkür etti, paralarını ödemedi, fakat olay örtbas edildi. Anlatacaklarım bu
konuyla ilgili değil.
Ilgazlar AŞ'den ayrıldıktan yedi ay sonra, ihbarımı öğrenen Şenol Ilgaz
misilleme iftira atarak "750 kilo hurda çaldığımı" iddia ederek
karakolda ifademi aldırdı. Fakat isbatım ve şahitlerim vardı, bunu öğrenince
şikayetini geri aldı. Bir hırsız tarafından hırsızlıkla suçlanmak onuruma
dokunmuştu. Ben de bu hırsızın yuvasını yapmaya, daha doğrusu yıkmaya karar
verdim. İşe sit alanına yaptığı trilyonluk kaçak villalardan başladım.
Önce, Kültür Müdürü'nü makamında ziyaret ettim. Sıra sıra villaları sit alanına
kaçak yaptığını, imar izni olmadığını anlattım. Villaların sit alanında olması
ilgilendiriyordu Müdür'ü. Fakat gereken ilgiyi göstermedi diye Kültür Müdürü'nü
suçlayamam. "O'nun da bir üstü vardır" diyerek Eskişehir Valilik Makamı'na
bir dilekçe yazdım. Bir hafta sonra Eskişehir İl Jandarma'dan Volkan Yılmaz
isimli Yüzbaşı'dan telefon geldi:
"- Kardeşim, bu sit alanı dediğin yer neresi?"
Tarif ettim. Bir hafta sonra yine bir telefon:
"- Ben Komiser...... Kaçakçılık Şubesi'nden arıyorum. Bir konu hakkında
ifaden gerekiyor."
Aynı gün öğleden sonra 2'de gittim. Komiser'le aramda geçen konuşmayı
(tartışmayı) aynen aktarıyorum:
"- Kardeşim, bu adam daha önce mahkemeye verilmiş, ceza almış, cezasını
çekmiş. Bir davadan aynı kişiye ikinci kere ceza verilmez. " diyor
komiser.
"Ne cezası almışlar, para cezası mı?
"- Almışlar işte bir ceza" diyor.
"O zaman sit alanına ben de bina yapayım, para cezasını ödeyeyim, yaptığım
bina yıkılmasın. Böyle bir garantim var mı?" diyorum.
"- Git yap kardeşim, ne duruyorsun..."
"Benim binam yıkılır mı, yıkılmaz mı?"
"- Orası beni ilgilendirmez" diyor Komiser.
"- Kim bu Ilgazlar, tanımıyorum, ne iş yaparlar?" diyor, tanımazdan
geliyor.
Benim yanımda olmasını beklediğim polis, sanki bana cephe almış gibi, Ilgazlar'ı
savunuyordu. Onları tanımazdan geliyordu. Sanki devletin polisi bendim,
devletimin malını korumaya çalışıyordum. Bu Komiser ise Ilgaz'ın avukatı olmuş
beni azarlıyordu.
"- Kardeşim, höyükten değerli eşya çıkmaz. Bak şu dolabın üstündeki
kafaya. 35 bin dolara satmışlar ama sahte..."
" Olabilir efendim. Eskişehir'in göbeğinde kazanla altın çıkarıldığına
şahit oldum. Kimse bilemez neyin, nereden, ne değerde çıkacağını... Hala iddia
ediyorum, Şenol Ilgaz'ın villasının altında tarihi değeri yüksek eserlerin
olduğunu..."
"- Satmak varken niye gömdürsün ki? Sen olsan gömer misin?"
" Ilgaz'ın paraya ihtiyacı yok. Tarihi eserler villasının altında. Bunlar
ortaya çıkacak" diyorum.
O anda kafamda şimşekler çakıyor. Ilgaz soyadlı bu adamlar inşaat işleriyle
uğraşıyorlar. Bir şekilde villanın altına tünel kazmak, tarihi eserleri başka
yere uçurmak zor değil. Duvarlarla çevrili bir alan. Üstelik kapılarda
korumalar var, kuş uçurtmuyorlar. Jandarma, villanın başında nöbet mi tuttu?
Ağız değiştiriyorum:
"- Efendim, burası sit alanı mı? Ben kanunları tanıyıp sit alanına
villalar yapmıyorsam, bunlar da yapamaz. Hepsi yıkılacak..."
"- Kardeşim, sen de yıkılması için dilekçe versene..."
" Verdim efendim, okuyun dilekçemi..."
Dilekçemi okuyor:
"-Villaların yıkılmasını arz ve talep ediyorum..."
Komiserle ağız dalaşı yapıyorduk. Bana güven vermiyordu. Yandaki masada ifademi
alan genç bir sivil polis, ifademi okuttu ve imzalattı. Kaçakçılık şubesinden
ayrılırken, komisere döndüm:
" Başınızı ağrıttığım için özür dilerim ancak, bu işi sonuna kadar
götüreceğim, ölümüne..." dedim ve ayrıldım.
Evime yürüyerek dönüyordum. Her zamanki gibi düşüncelere dalmıştım: Temel
kazarlarken ihbar edilmiş, para cezasına çarptırılmış. Ya devamı? Höyüğü bile
bile hem de kepçeyle dağıtan Şenol Ilgaz, daha sonra ne yapmış? Uçurduğu tarihi
eserlerin bir kısmı zaten artık bulunamaz. Kalanlar temel altına gömülmüş.
Sonra villalar sıra sıra dizilmiş. Bu villalar yapılırken, devletimin memurları
gözlerini yummuş. Bu lüks villaları cümle alem biliyor, fakat devletimin
atadığı memurları bilmiyor, haberleri yok... Etrafı duvarla kapatılmış.
"Kardeşim sen bu sit alanını nasıl kapatırsın" diye soran hiç
olmamış.
Bu adamlar neyin para cezasını ödemişler? Höyüğü kepçe ile dağıtmanın mı?
Tarihi eserleri yok etmenin mi? Sit alanına temel açmanın karşılığı mı? Yoksa
sıra sıra dizdikleri trilyonluk villaların ruhsatsız, imar izinsiz yapmanın
cezası mı? Bilen, söyleyen yok... O zaman ben salağım. Hatta sit alanına bina
yapmayan, kanunlara uyan her vatandaş salak... Uyanık geçinen sadece Şenol
Ilgaz...
Kanun tanımayan bu insanlar şahsıma zarar verebilir. Hiç önemli değil. Ya
çocuklarıma ve eşime zarar verirlerse, ne yapardım? Düşünmek istemesem de, bu
olabilir. Şahsıma ve aileme karşı işlenmiş bir cürüm olmadan, Savcılığın
isteğimi kaale alacağını düşünemem. Hele hele polisin Ilgazlar'ı koruduğu
düşüncesi kafamda oluşmuşken, ailemin korunması isteğimi dikkate alırlar mıydı?
Belki de gülüp geçerlerdi. Ben, bu devletin ve milletin malı için savaş
veriyorsam, devletin polisi yanımda olmalıydı, karşımda değil. Üzülüyorum...
Sonra, bu şirketin malı olan üç adet Fatih marka kamyon geliyor aklıma: 34 TA
2203 - 26 FS 497- 06 LFS 70... Ruhsatı olmayan üç döküntü kamyon.
Çukurhisar-Oluklu arası mıcır taşıyan, Çukurhisar-Eskişehir arası senelerce
asfalt taşıyan ruhsatsız üç kamyon... Trafik polislerinin gözünden nasıl
kaçıyordu, anlamıyordum.
Sonra, bu üç ruhsatsız kamyonla birlikte diğer kiralık kamyonların, istiap
haddinin iki katı yükle Çukurhisar-Eskişehir arasında binlerce kez turladığını
herhalde sadece bir ben biliyorum. Yunusköy'ün köşesinde 24 saat nöbet tutan
Trafik ekiplerinin bu konudan haberdar olmadığı muhakkak. 35 ton yükü (asfaltı)
nereye ve ne zaman götürdüğü, kesilen kantar fişleriyle ispatlı olan en az iki
bin kamyona, devletimin memuru olan Trafik polislerimiz ceza kesmiş olsaydı,
toplam kaç trilyon tutardı acaba? Şöförlerin hiç bir suçu yok. İstiap haddinin
iki katını götürmesini emreden, Şenol Ilgaz'ın oğlu Mehmet Ilgaz. Bu ceza,
devletimin kasasına girmesi gereken bir "gelir" miydi? "Kayıt
dışı gelir" acaba bu muydu? Hani bunun takipçisi? Polisin başına,
"kontrol etsin" diye başka bir polis mi dikmeliydik? Utanıyorum...
Utancım polisten değil, Şenol Ilgaz'ın kanun tanımayan gücünden... Utanma diye bir
duygu olmamış hamurlarında. "Para gelsin, kerizlerin malını yağmalayalım
da, nasıl olursa olsun..."
Sonra, Koca Usta lakaplı Ruhi Usta'nın, "hiç" yere ölüme
sürüklenmesi... Acaba hangi Ilgaz, bu Usta'sının cenaze namazında saf tuttu?
Hangi Ilgaz, bu Usta'nın ailesine "baş sağlığında" bulundu? "Ana
avrat düz giden", "Pezevenk" diyen bir Ilgaz'dan kim bekler
bunu? Senelerce sırtından para kazandığı, bile bile ölüme sürüklediği
"alkolik" ve yaşlı bir adamın ardından, "FATİHA" okumak
yerine "ana-avrat" küfür eden bir Ilgaz... Adı : ŞENOL ILGAZ...
Utanıyorum...
Sayın Müdür'üm, eşimin ve çocuklarımın "can güvenliği" yoktur. Her
konuyu (pisliklerini) bir şekilde örtbas ettirdikleri gibi, kimvurduya gitmek
de olasıdır. Zaten bekliyorum... Eğer bu kanun tanımaz insanlara zarar
verdiysem, muhakkak bir düşündükleri var hakkımda. Daha önce de, beni
suçlayıcı, kendilerini AK'layıcı bir çok belgeyi bana zorla imzalatmaya
kalkışmışlar, ellerinden zor kurtulmuştum. (Çarşı Polis Karakolu'nda şahitimle
birlikte ifade verdim fakat Başsavcı Vekilim Coşkun Mutluer bu ifade tutanağını
yırttı). Beni "temize havale etmeyi" düşünüyorlar. Başbakan'dan ve
Uğur Dündar'dan yardım istedim. Daha önce "hasıraltı" edilen
konuların kapatılmamasını istedim. Ölümüne sebep oldukları bir Usta için Adalet
Bakanlığı'ndan bir müfettiş istedim. Gereken önemi gösterirler ya da
göstermezler, saygı duyarım. Son olarak da size yazıyorum. Şahsıma inanırsınız,
ya da inanmazsınız, hiç önemli değil, saygı duyarım. Fakat ailemin can
güvenliği yok. Onları korumak adına 24 saat evde beklemek çok zor. Dört aydır
evimden ayrılamıyorum. Çalışamıyorum. Yiyeceğimiz kalmadı. Bakkala borcum
çoğaldı her an veresiyeyi kesebilir. tek desteğim oğlum, vatani görevinde. Dört
aydır kira da veremiyorum. Kısacası evimde çocuklarımla "hapis
hayatı" yaşıyoruz. Ailemi bir süre geçindirebilmek için bigisayarımı 200
milyona sattım. Borçlarımın bir kısmını kapattım. Sonrası yok...
Fakat umudumu henüz yitirmedim.
Eğer öldürülürsem, kurşunun adresi ILGAZ'dır biliniz istedim.
Saygılarımla....
Kenan AKKUŞ
24/05/2004 tarihli, Eskişehir Emniyet Müdürü'ne yazmış olduğum mektuptan sonra
Eskişehir Kaçakçılık Şubesi'ne ikinci defa çağırılmış (31/05/2004) ve ifadem
alınmak istenmişti. Bu şubede de, ihbar ettiğim konularla ilgili ifadem alınmadığı
gibi, sadece "ailemin can güvenliği" olmadığı konusunda ifadem
alındı. Ilgaz mafyasının yasadışı işleri yine örtbas edildi. Özellikle ihbar
ettiğim ve Ilgaz AŞ'ye ait üç adet ruhsatsız kamyon ile ilgili ifadem
alınmadığı gibi, ısrarla bildirdiğim trafik polislerine senelerce rüşvet
verdikleri konular da ifademin içinde yer almadı. Ruhsatsız üç kamyon: 34 TA
2203, 06 LFS 70, 26 FS 497... "İstiap haddinin iki katı yükleri
Çukurhisar-Eskişehir arasında taşıyan binlerce kamyonun kantar fişini görmezden
gelen polis amiri diyordu ki: "Bu görev bizim görevimiz değil, TCK'nın
görevi, bir şekilde bize yüklenmiş". Bu görev polise yüklendiyse, yapmak
zorunda, sızlanmak zorunda değil. Yapmak istenmiyorsa, ilgili makamlara müracat
edilip TCK'nın üstüne atılabilir. Üstelik rüşvet almak da polisin görevi değil.
Fakat bu görev aksatmadan yapılıyor, elimdeki binlerce kantar fişi görmezden
geliniyor. Sayın polis amirinin sözleri üzerine Eskişehir TCK Şube Müdürü Nuri
Akgül'e bir mektup yazdım:
21/08/2004
TCK Şube Müdürü Nuri AKGÜL'e,
20/05/2004 tarihli, Eskişehir Emniyet Müdürü Savaş Yücel'e yazdığım mektup
sonrasında, 31/05/2004 tarihinde Eskişehir Kaçakçılık Şubesi'nde alınan ifademe
istinaden bu mektubu yazıyorum.
Kaçakçılık Şubesi'nde ifadem alınırken, bir polis amiriyle aramda geçen
konuşmayı aynen aktarıyorum:
Polis Amiri: "Trafik polisi, kamyonların istiap haddini kontrol etmek
zorunda değil. Bu karayollarının görevi."
"-Ben yollarda, Karayolu Memurlarının kontrol için çıktıklarını hiç
görmedim.
Polis Amiri: "Trafik polisi, trafiği düzenler. Bunun dışındakilerle
ilgilenmek zorunda değil."
Israr ediyorum:
"-İstiap hadi..." Sözüm kesiliyor:
"-Polisin görevi değil. Bir şekilde trafik polisinin üzerine yıkılmış.
Polis, üstüne vazife olmayan görevleri fazlasıyla yapıyor, merak etme."
Anlaşılacağı üzere "İSTİAP HADDİ"ni konuşuyoruz. Emniyet Müdürü'müze,
Şenol Ilgaz'ın hırsızlıklarını ve kanunsuzluklarını sıralamış, şikayet
etmiştim. Bunlardan biri de, emrindeki kamyonlara, istiap haddinin iki katı
yükü Çukurhisar-Eskişehir taşıtması idi. Bir sezonda 2000 kamyon...
Bunlardan 200 adet kamyon mıcır (plent-mix) TCK Kütahya Yolu Fuar Kavşağı
adresine gönderildi.
Karayollarının yapımı vergilerle karşılandığına göre, vergileri de vatandaş
ödediğine göre, ben de bir vatandaş olduğuma göre, üç soru yöneltmek ve cevap
beklemek hakkım olmalı:
1). 17/07/2003 tarih ve 1 nolu kantar fişiyle başlayan, 21/07/2003 tarih ve 227
nolu kantar fişi ile biten toplam 200 kamyon plent-mix, kamyonların istiap
haddinin iki katı yük ile TCK Kütahya Yolu Fuar Kavşağı adresine gitti. Bu
kamyonların tartımını ben yaptım. Kantar tartımlarını titizlikle inceleyen TCK
Şefi'niz Nilgün Hanım, tartımlardan şüphe duyup kantar fişlerini bizzat kontrol
ediyor, istiap haddinin iki katı yüklü kamyonların kantar fişlerinde açıkça
görülmesine rağmen, neden görevini yerine getirmiyor? Polis amirinin sözlerini
yukarıda aktardım: "Bu, Karayollarının görevi..."
2). İstiap haddinin iki katı yük götüren araçların, karayollarına zarar
verdiğini, trafiğin düzenini aksattığını benden iyi biliyorsunuz. Karayollarını
yaparken, diğer taraftan zarar verdiğinizi biliyor musunuz? Milli servete göz
göre göre, bile bile zarar vermek, Devletin çıkarlarını düşünmesi gereken mevki
makam sahibi bir Müdür'e yakışıyor mu? Şenol Ilgaz zaten vatan haini bir
şahsiyet. Neden bu namussuzlara ayak uyduruyorsunuz?
3). Bu namussuzların hırsızlıklarını ve yasa dışı işlerini yüzlerce devlet
makamına ilettim. Duymamış olmanız mümkün değil. O halde, neden hala bu
şahıslara Milletin parasını yedirmeye devam ediyorsunuz? Başka şirket mi
kalmadı memlekette?
Sizden en kısa zamanda cevap bekleyeceğim. Gerekirse TCK Genel Müdürlüğü'ne ve
bağlı olduğu Bakanlığa yazacağımı bilgilerinize arzederim.
Dilerseniz şahsımı dava edebilirsiniz. İstediğim de bu zaten. Hırsız Ilgaz
Mafyası şahsımı mahkemeye veremiyor, bari siz verin.
Başsavcılık ve Emniyet, eşimin ve çocuklarımın can güvenliğini sağlamadığı için
evimi bilinmeyen bir adrese taşımak zorunda kaldım. Fakat ben meydanlardayım.
Bu işi bitiresiye kadar uğraşıp, Eskişehir'imizi pisliklerden temizleyeceğim.
Vatandaş Kenan Akkuş
Yukarıda adı geçen TCK'nın Müdürü, hakaret dolu mektubu okuduktan sonra 237 25
40 nolu telefondan şahsımı aradı fakat konuşmak istemedim, şahsımdan şikayetçi
de olmadı. Tayinini Ankara'ya istedi ve kaçtı. Giderayak kardeşine kıyak
çekmeyi de unutmadı. TCK'ya ait trilyonluk bir araziyi, öz kardeşine 130 milyar
TL'ye sattı, hem de hiç bir ihale yapmadan. Şimdi Ankara'da görevli. Şenol
Ilgaz'la olan iş ilişkisinin her kısmında karanlıkları oynadı. Bu hırsızı bir
kenara bırakalım, önemli konulara bakalım:
BAŞSAVCI VEKİLİ COŞKUN MUTLUER "KENAN'I HAYATINDA HİÇ GÖRMEMİŞ"
ÖBÜR DÜNYADA NASİP EDER İNŞALLAH
Şimdi anlatacağım konu çok önemlidir. Daha önce kısa olarak sunduğum bu olayı
ayrıntılı olarak aktaralım: 18/06/2004 tarihinde Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcısı'na hitaben bir mektup yazdım. Mektubu okuyalım:
18 / 06 / 2004
Sayın Başsavcım,
Öncelikle saygılarımı sunuyorum.
Bildiğiniz gibi Eskişehir Valiliği ile başlayan şikayet dilekçelerim ve
mektuplarım, kısa aralıklarla devam ediyor. Başbakan'a, Adalet Bakanlığı'na, en
az on TV ve gazeteye, Eskişehir Emniyet Müdürü'ne derken, sizi ihmal etmenin
yanlış olacağını, aslında ilk olarak size yazmam gerektiğini üzülerek
hatırladım.
Bu mektubum son olmayacak. Sırada Cumhurbaşkanı'mız, İnsan Hakları Mahkemesi ve
Avrupa Birliği'ne yazacaklarım var. Kısacası demek istiyorum ki, bu hırsızların
yakasını bırakacağımı kimse hayal etmesin.
Bir Allah'ın kulu çıkıp da şahsıma sormuyor:
-Kardeşim, senin derdin ne?
Azarlanmak, bazı iddialarımı çürütmeye çalışmak, bu konuda savaşmamı
engellemez, çoğaltır. Ayrıca bir polis amirinin alaycı gülüşüyle şahsıma
bakarak "Şu meşhur Kenan Akkuş sen misin" sözleri, Emniyet Personeli
içinde kötü imaj verdiğimi düşündürdü. Oysa amacım "kaka vatandaş"
olmak değil, polise ve adalete destek çıkan bir vatandaş olmaktı. Mağdur
olmuşlar dışında kimse algılayamadı, olsun...
Sabıka kaydımı incelerseniz, ticarette iflas etmiş, işyeri ve evi icraalarla
talan edilmiş, taahhüdü ihlalden 11 gün, mal beyanından 5 gün cezaevinde
yatmış, sonra da tüm borçlarını kuruşuna kadar ödemiş, alacaklılarından özür
dilemiş sıradan bir vatandaşım. "Meşhur" falan değilim.
Türkiye Cumhuriyeti Adaleti şahsım için çok güzel ve hızlı işledi. GIK'ım
çıkmadı. Temyiz yolunu dahi seçmedim. Kuzu kuzu cezaevinde yatıp, yeyip
içtiklerimin parasını ödediğim gibi, çıkınca da borçlarımı ödedim. Üstelik
cezamı kendim çektim. Para ve vaatlerle başkasının üstüne yıkmadım. Şenol Ilgaz
gibi...
Adam hırsızlık yapıyor, "özür dileyeceği" yerde yağ gibi üste çıkıp,
şahsıma çamur atmanın yollarını arıyor. "Asılsız ihbarlarda
bulunduğumu" ve "750 kilo hurda çaldığımı" iddia ederek
şahsımdan şikayetçi oluyor. İşin garip tarafı, Ilgazalar AŞ'den ayrıldıktan tam
7 ay sonra iftirada bulunuyor. Bu iftirayı belgelemeseydim, "750 kilo
hurda çalmaktan" hüküm giyecektim, cezaevine girecektim. Çocuklarım aç
kalacaktı. Adam bunları düşünmüyor: "Ben kendimi AK'lıyayım da, başkası ne
olursa olsun". Yazık değil mi aileme? Bu adamların aklı yalana-dolana,
dümene ve hırsızlığa çalışıyor. Bu suç şirketine "işçi olarak"
girmediyseniz, asla bu insanları tanıyamazsınız. Sizlere bir düzine isim
sayabilirim. Çağırın bu insanları sorun. Size anlatacaklarımın aksini söylerlerse,
namerdim. İsmini vereceğim kimselerin hepsi de dürüs insanlardır. Ilgaz'ın bir
şekilde gazabına uğramışlardır. Tekme tokat dövülerek işten atılan üç kişi:
1). Makam şöförü Mahmut
2). Önce kapıcıydı, sonra işçi oldu: Ali (Kaçak Villalarda)
3). Şöför olarak çalıştırdığı yaşlı bir adam, Konyalı: Ali Yılmaz. Emekliliğine
bir ay kala tekme tokat dövülerek şirketten atıldı.
Ayrıca, belfıtığı ameliyatı olduğu ve rapor aldığı için şirketten atılan
laboratuvarcı Ali...
Evimi taşırken yardımcı olan ve "şahit" olarak gösterdiğim, ayrıca
şahsıma karşı "yalancı şahitlik" teklif edilen ve bunu kabul etmeyen
kamyon şöförü Hasan. "Mazot çalıyor" iftirasıyla işten attılar.
Bir Hasan daha var, o da şöför. Kepçeci Ali İhsan Sertel'in akrabası, Şenol
Ilgaz bu şahısa çok eziyet ediyordu. tekme tokat dövüleceğini anlayınca
şirketten kendisi ayrıldı.
Bu insanlara Şenol Ilgaz'ı sormak ve cevabını almak hiç de zor değil. Bu adamla
çalışan bilir. Hırsızlık yapmak ve yaptırmak, ayrıca işçilerine eziyet edip
"tekme tokat" işten atmak "hobi" haline gelmiş bu adam
için. Dedim ya bunu anlamanız için bu suç şirketinde "işçi olarak"
çalışmanız lazım.
Bu şirketle ilgili iki olayı anlatacağım. İnanmanız için şahit bile
gösterebilirim: Ocak-Şubat-Mart 2003 ayları çok sert bir kış yaşamıştık. Üç ay
boyunca maaşımı ödemediler. Başka bir yan gelirim de olmayınca, çoluk-çocuk üç
ay boyunca dağın başında aç kaldık. Köpeklerine çuval çuval kuru ekmek bulup
gönderiyorlardı fakat "bekçi maaşı"mı ısrarlarıma rağmen bir türlü
alamıyordum. Aç kalmamak için köpekleri gönderilen yeşillenmiş kuru ekmekleri
yemek zorunda bırakıldık. Üstelik şantiye içindeki yüksek gerilim hattı panosu
rüzgardan devrilince, iki ay boyunca elektriksiz kaldık. Elektrik olmayınca,
santrafüjle çalışan kuyudan su da alamadık ve iki ay susuz yaşadık. Israrlı
telefonlarıma rağmen "bugün-yarın" diyerek oyaladılar. İsyan etmeye
başlayıp işyerinden ayrılmaya karar verdiğimi öğrendiklerinde, adamlarını
gönderdiler ve elektriğim de geldi, suyum da açıldı, maaşım da ödendi. Fakat bu
olaylar sonrasında eşimle aram açıldığı gibi, kavgalarımız çoğaldı, yeşillenmiş
ekmeklere talim eden, kar suyunu içen çocuklarımın psikolojisi tamamen bozuldu.
Çocuklarımdan biri bu sene ilkokula başlaması gerekiyordu. Fakat Şenol Ilgaz'ın
yüzünden okula kayıt ettiremedim.
İkinci olay: Nisan 2003 ayının başlarıydı, asfalt sezonu yeni açılacaktı. sabah
saat altı gibi Şenol Ilgaz ve kepçecisi Ali İhsan Sertel şantiyeye geldi. Şenol
Ilgaz beni yanına çağırarak "Senin suratını hiç beğenmiyorum" dedi.
Üç ay boyunca maaşım ödenmemiş, dağın başında elektriksiz ve susuz kalmışım,
üstelik köpeklerin yeşillenmiş ekmeklerini yiyerek ölmemeye çalışmışız. Benden
"iyi surat" beklemiş olmalıydı. Sonra tekrar bağırdı: "Gir şu su
tankının içine, temizle..."
Hiç bir mecburiyetim olmadığı halde su tankına girdim. Fakat girmemle çıkmam
bir oldu. Saldıran yüzlerce arı her yerimi ısırıyordu. Arıların saldırısından
kurtulmaya çabalarken Şenol Ilgaz ve Ali İhsan Sertel, bu halime kahkalarla
gülüyorlardı. "Günaydın, Beyim. Uyandın mı?" dedi Ilgaz. Aklı sıra
şahsımı uykudan uyandırmak için arı dolu su tankının içine sokmuştu. Su tankını
temizletmek bahaneydi. Yüzümde, kollarımda ve boynumda yirmiden fazla şişlik
vardı. Moralim bozulmuştu, canım da yanıyordu, hiç bir şey söylemeden evime gittim.
O anda, yıllar önce arı sokmasından ölen bir komşumu hatırladım. Eğer allerjim
olsaydı ve ölseydim. eşim ve çocuklarım ne yapacaktı? Şenol Ilgaz'ın umurunda
bile değildim:"Bana ne, arı sokmuş, ölmüş" diyecekti. Bir hafta
boyunca tanınmayacak halde olan yüzümle evimde bekledim.
Sayın Başsavcım,
Şenol Ilgaz'ın işçisine verdiği değerden küçük kesitler sundum. Bu
yaşadıklarımı doğrulayacak kimseler var. Fakat inanın, bu adama karşı kin ve
nefret hislerim yok. Amacım, kanun tanımayan gücünü ezmek, bir ders vermek.
İşlediği suçlarına ortak olmayacak bazı insanların da bu dünyada yaşadığını
isbat etmek. Para-pul hikaye...
Şenol Ilgaz'ın oğlu İsmail Ilgaz'a sorun bakalım: Şahsımı evimin telefonundan
onlarca kere aradı, kendi işyerine davet etti. "Biz adam yemeyiz, gel
konuşalım, anlaşalım" lafları etti. Neyi konuşup anlaşacakmışız? Babasının
ve kardeşinin hırsızlıklarını mı? Benimle iki şekilde konuşurlardı: Ya bir çok
belgeyi zorla imzalatacakları (ki öyle yaptılar), ya da susmam için rüşvet
teklif edeceklerdi. İlkini yaptılar, kendilerini AK'layıcı, şahsımı karalayıcı
birçok belge imzalatmaya çalıştılar, ellerinden zor kurtuldum. Şahidim de var.
Kolay lokma olduğumu sandılar, fakat kılçıklarım boğazlarına battı ve orada
kalacak.
Aklıma gelmişken, Mehmet Ilgaz arasıra kafayı demleyip, akşamın kör vakti
Çukurhisar'daki şantiyeye gelir, tabancasıyla silah talimi yapardı. Zahmet
olmazsa bir soruverin: "Silahının ruhsatı var mı?" diye. Herhalde
vardır.
Bir de şunu sorun Konyalı şöför Ali Yılmaz'a(Tekme tokat dövülerek şirketten
atılan yaşlı şahıs): "Şenol Ilgaz, Sigorta Şirketi'nden para almak için
sana kamyonu şarampole attırarak parçalattı mı, parçalatmadı mı?" Bu
adamın aklına uyarak kamyonu parçaladın mı, parçalamadın mı?" Bir de bu
sigorta şirketinin ismi lazım, ihbarda bulunacağım da...
Sayın Başsavcım,
Mektubuma başlarken size hitap ettiğim gibi, Devletimizin çok önemli bir
makamında görev aldığınız için saygım sonsuzdur. Gönlüm isterdi ki Ilgaz
soyadlı bu kimselere de saygılı olayım. Bu kimseler kendi kendilerini yaktı.
Eğer şahsıma "750 kilo hurda çaldı" diye ifademi aldırmamış
olsalardı, bu işi büyütmeyecektim. Sit alanındaki kaçak villalardan söz
etmeyecektim. (Şu anda höyüğün hemen yanıbaşına üç villa temeli daha açtılar).
Kendileri kaşındı, ben de gereğini yaptım. Devam da edeceğim. Vakti geldikçe
belki yeni ihbarlarla ve belgelerle başka makamların kapısını çalarım, belli mi
olur? Kanunlarımıza saygılı olmayı nasıl becerebiliyorsam, Ilgaz soyadlı bu
şahsiyetlere de saygılı olmayı öğreteceğim. Para güçleri sayesinde kanunların
üstüne çıkmayı, hobi görüp bir de sıçmayı çok iyi beceriyorlar. Fakat bunun
sonu yakın, göreceksiniz. "Ürettikleri asfaltta eksik malzeme
kullanıyorlar" diye ihbar ettim, belge gösterdim. Muhatap olduğum kimseler
inanmadı. Döktükleri asfaltın 250 metrekarelik bölümü çöktü. Herhalde şimdi
inanmaya başlamışlardır. Asfalt yenilenir, konu kapanır. Fakat Eskişehir Subay
Orduevi Binası çökerse, ne yapacaklar? Deprem bekliyorum. Bina asfalta benzemez
ki? İçinde ölen subaylar ve yakınları için Ilgaz, mevlüt mü okutup kendini
affettirecek?
Şenol Ilgaz, nabza göre şerbet vermeyi çok iyi bilir. Oğlu İsmail Ilgaz da koyu
bir AKP'li oldu. Allah-Kitap tanımayan bu insanlar, Hükümetten destek bekliyor.
Umurumda değil. Bu işin sonu nereye varacak sabırsızlıkla bekliyorum. Bu
kimselerin kanun tanımayan gücüne kimler göz yummuş, kimler aracı olmuş,
mevki-makam sahibi bir çok insan alaşağı edildiği zaman, gazetelerin birinde bu
konuyla ilgili makalemi mutlaka okuyacaksınız. Şimdiden hazır bile, sonuç
bekliyorum.
Senelerce gazetelerde hırsızlık, rüşvet ve ahlaksızlık üzerine makaleler yazmış
biri olarak, mektubumda yazdıklarımı saygısızlık olarak algılamayın lütfen.
Vatanını ve Milletini seven, Atatürkçü, merhamet dolu biriyim. Sadece
haksızlıklara boyun eğmesini öğreten olmadı. Kanunlara saygılı olmayı,
polisimizin, savcımızın ve hakimimizin yanında olmayı ilke edindim. Alnım açık,
başım dik... Her kapıyı çalmasını bildim. Bu kapıların kimisi sonuna kadar
açıldı, kimisi de hiç duymadı. Lütfen siz duyanlardan olun. Samimiyetime
güvenin, yalan laf etmediğime inanın.
Bu işi sonuna kadar götüreceğimi de bilin.
Görevinizde başarılar diler, saygılarımı sunarım.
Kenan AKKUŞ
Mektubumdan 10 gün sonra (28/06/2004) Başsavcılık Makamınca Adliye'ye
"acele olarak" telefonla davet edildim. Vakit kaybetmeden ve iş
elbiselerimi çıkarmadan "kirli sakallı" bir vaziyette Adliye'ye
geldim. Başsavcı Vekili Coşkun Mutluer beni makamında karşıladı. Kılık
kıyafetimin bozukluğunu da hesaba katarak mektubumu gösterdi ve ilk sözleri:
"Yazdıklarımın deli zırvası olduğunu" söyledi: "Ne yaptı bunlar
sana, silah mı çekti, tehdit mi etti?" Olayların içinde silah da vardı,
tehdit de vardı fakat bunları ispatlamamın mümkün olamadığı sebebiyle,
ispatlayabileceğim konuları tercih ettim: "Ilgazlar AŞ ortakları, ben
işten ayrıldıktan 7 ay sonra, ihbarlarıma misilleme olarak 750 kilo hurda
çaldığımı iftira ederek ifademi aldırdılar. Çarşı Polis Karakolu'nda ifade
verdim. Bu iftirayı isimler vererek şahitlerle ispat ettim. Daha sonra beni, kalan
paramı ödemek için işyerlerine davet ettiler, ben de bir arkadaşımla gittim.
Paramı ödemek yerine bana zorla birçok belge imzalatmaya kalktılar, arkadaşımın
yardımıyla kaçtık. Çarşı Polis Karakolu'na bu konuda şahidim olan arkadaşımla
ifade verdik."
Sonra önünde duran mektubumu okumaya ve alay ederek yorumlar yapmaya başladı:
"Mektubunun hiç bir tutar yanı yok. Kim okusa sana deli olduğunu söyler.
Hani hırsızlığın belgeleri, göster bakalım? Bir adam ölmüşse sana ne? Yok mu
bunun ailesi? Onlar şikayetçi olsun, sana ne oluyor? Kaçak villalar hani
nerede? Hangi paftada, hangi parselde? Deli zırvalarıyla oyalayıp zamanımı
çalma. (Bu arada Çarşı Polis Karakolunda verdiğim ifadelerimi yırtıyor ve) Al
işte ifadelerin... Çarşı Polis Karakolu'nda ifade mi verdin? Hadi ispat
et..."
İşte bu şahıs, Devletimin maaş ödediği ve adalet dağıtması için önemli
makamlara getirdiği, ülkemde bol örneği olan ve Adalet'in ağzına sıçan bir zat.
Karşısında kravatlı, sinek kaydı traşlı ve de jilet gibi takım elbiseli bir
vatandaş görseydi, inanıyorum ki bu sözleri edemez, çay-kahve bile ısmarlardı.
Gördüğüm manzara karşısında bozuntuya vermedim ve "Şahidim var"
diyerek karşılık verdim: "Bu şahısları mahkemeye verin, kamu davası
açtırın, iddialarımın hepsini tek tek ispatlayacağım" dedim."
Odasının kapısını açtı ve katibenin gelmesini istedi. Bir bayan girdi içeriye,
daktilonun başına oturdu. "Devam et" dedi. Bu sözü ve her sözü de
alayla karışık çıkıyordu ağzından, beni sürekli aşağılıyordu.
"İhbarlarımla ilgili kamu davası açılmasını" tekrarladım:
"Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü'nden sahtecilik yoluyla hırsızlık
yaptılar, birinci derece korunması gereken sit alanını yağmaladılar ve kaçak
villalar yaptılar, üç villa temelini yeni attılar, bir ustanın ölümüne sebep
oldular, Frig höyüğünü kepçe ile dağıttılar, çok sayıda tarihi eser çıkarıp
sattılar, Subay Orduevi'nde işlerine hile karıştırdılar, binaya zarar verdiler,
üç işçiyi tekme tokat işten attılar, birini de "ameliyat oldu" diye
işten çıkardılar, sigorta şirketinden para almak uğruna bir kamyonunu
parçalattılar..."
Sayın Başsavcı Vekili'nin mimikleri, bu iddialarım sonrasında değişmeye
başladı. Çok sıkıntı ve bunalım vermiş olmalıydım. Hiç bir şekilde ifademi
almadan kapıyı açtı ve bana dışarıyı gösterdi. Kapıdaki görevli de "ifade
için" Çarşı Polis Karakolu'na gönderdi. Fakat bu karakolda da başka ifadem
alınmadı. Bir polis memuru geliyor evime, 14 yaşındaki oğluma sorular soruyor
(13/07/2004): "Babanın psikolojik rahatsızlığı var mı? Daha önce hastaneye
yattı mı?"... Sonra da komşularımıza soruyorlar: "Bu şahısın sizleri
rahatsız etme gibi bir durumu oldu mu? Şikayetiniz var mı? Anormal bir durumuna
şahit oldunuz mu?" Evime telefon ediyorlar, eşime soruyorlar:
"Eşinizin akli ve ruhi durumunu soruşturuyoruz. Eşi olarak sizin de
fikrinizi almak istedik..." Bu soruya eşim cevap veriyor: "Eşimin
aklı da ruhu da yerinde, Atatürk gibi adamdır. Siz onula baş
edemezsiniz..." Bu cevaptan sonra soruşturma kapatılıyor, fakat komşularım
şahsıma farklı davranmaya başlıyor, her gördüklerinde selam veren komşularım
selamı-sabahı kesiyor, "misafirlik" olayına nokta koyuyor. Bu konu
çocuklarımın okullarına ve sınıflarına taşınıyor, arkadaşları çocuklarıma
sorular sormaya başlıyor:"Baban delirmiş, doğru mu?" Çocuklarıma ve şahsıma
karşı davranışları değişen insanlardan uzaklaştık, evimizi ve okulları
değiştirdik. Akıl ve ruh sağlığımdan şüphelenip kasıtlı olarak çevreme şahsımı
ve ailemi küçük düşüren Başsavcı Vekili, özveriyle himaye ettiği Şenol Ilgaz'ın
akıl ve ruh yapısını incelemek "hainliğinde" bulunmuyor. Çünkü
ayağının kaydırılacağını iyi biliyor. Fırsat bu fırsat, şimdi Şenol Ilgaz'ın
akıl ve ruh sağlığını sunalım:
RAPORLUK ŞENOL ILGAZ'IN İLK CİNAYETİ
Eskişehir, Yunusemre Caddesi'ndeki Mini Taksi önünde, bisikletli bir şahısla, o
zamanlar CHP'li olan mafya babası Şenol Ilgaz tartışmaya başlar. Sonra
küfürleşirler. Sinirlenen mafya babası Şenol Ilgaz, kırmızı Mercedes marka
otomobiliyle, bisikletli bu şahısın üzerinden defalarca ileri geri giderek öyle
bir ezer ki, adamın beyni fırlar, barsakları caddeye serilir ve adam olay
mahalinde can verir. Yunusemre Caddesinden otomobiliyle geçmekte olan bir savcı
da bu olayı görür ve Şenol Ilgaz'ın bisikletli şahısı nasıl defalarca ileri
geri giderek kasıtlı olarak öldürdüğüne şahit olur. Fakat mafya babamız, her
zaman olduğu gibi bu savcıyı da rüşvetiyle ikna eder ve cinayetten sıyrılır.
Olaya basit bir kaza süsü verilerek, mafya babamızın şöförlerinden biri kazayı
üstlenir. Mihallıççık'ın Yunusemre Köyü'nden olan bu şahıs PTT'den emekli ve
isminin Müeyyid olduğu söylenmektedir. Zaman aşımına uğramadan bu davanın
yeniden görülmesi ve AKPARTİ'li Ilgaz mafyasının babasının yeniden yargılanması
gerektiğini ısrarla iletmeme rağmen, ilgili makamlar ne yapmıştır? Özellikle
Eskişehir Başsavcısı ne yapmıştır? Rüşvet yedirilen savcı bulunmuş mudur?
Cinayet olduğu apaçık belli olan bu olaya nasıl kaza süsü verilmiştir? Olay
yerinde zabıt tutan savcı kimdir ve ne kadar rüşvet almıştır? Mafya Baba'sı
Şenol Ilgaz'ın cinayet suçunu üstlenerek cezaevine giren bu şahıs, çıktıktan
sonra ölmüştür. Fakat ölmüş müdür, öldürülmüş müdür? Cinayete ya da kazaya
kurban gittiyse, cinayeti işleyenin adresi belli midir? Bu şahıs üstlendiği
cezayı çekerken, Şenol Ilgaz'ın vaadleri boş çıktıysa, cezaevi sonrası Şenol
Ilgaz'a hesabını sormuş mudur? Şenol Ilgaz'ı ihbar edeceğini söyleyip daha
fazla para koparmaya çalışmış mıdır? Bunun sonucunda zehirlenmiş midir?
Başsavcım hangi bir ihbarımı araştırdı ki bu sorulara cevap arasın? Dört
senedir kimleri himaye ettiğinin farkında bile değildir. Oysa Şenol Ilgaz
"cani ruhlu" biridir. Çıkarı için yapamıyacağı şey yoktur. Zaman
zaman işçilerine eziyet ettiği, zevk için onları dövdüğü zaten bilinir. Ilgaz
mafyasında kamyon şöförü olarak senelerce çalışan Konyalı Ali Yılmaz bulunabilirse
ve ifadesi alınırsa, şimdiye kadar anlattıklarımın ve bundan sonra
anlatacaklarımın tamamen doğru olduğu anlaşılacaktır. Konyalı bu şahıs
emekliliğine bir ay kala, tazminatını ödememek için şirketten atılır. İtiraz
etmek ister fakat fırsat tanınmaz, Şenol Ilgaz tarafından öldüresiye dövülür.
Şikayette bulunacağı makamların Şenol Ilgaz'ın emrinde olduğunu bildiğinden
şikayette bulunamaz, çünkü daha fazla zarara uğrayacağını bilir. Şenol Ilgaz'ın
zihniyeti: işçisine 10 bin YTL tazminatını ödemez, eğer dava edersen 100 bin
YTL rüşvet yedirir, işini bağlar fakat tazminatı asla ödemez. Oysa Ali Yılmaz
isimli bu şahıs, Şenol Ilgaz'ın tilki aklına uyar ve 26 PN 007 plakalı
Volswagen Golf otomobile biner, şarampole atar, canını hiçe sayar. Patronu
Şenol Ilgaz da Sigorta şirketine hile yoluyla otomobilini yeniletir. Bu konuyla
ilgili ayrıntılı bilgiler hemen aşağıdadır. Yukarıdaki "akli ve ruhi
dengesizlik" belgesini Başsavcı Vekili Coşkun Mutluer'e bizzat anlattım.
Anlatmadığımı söyleyebilir mi?
Şenol Ilgaz tarafından, arılarla dolu büyük su variline, öldürülmek amacıyla
zorla sokulduğumu, yüzlerce arının iğnelerine maaruz kaldığımı, tanınmayacak
şekilde yüzümün şiştiğini, bir hafta komada yattığımı, eğer allerjim olsaydı
ölebileceğimi de anlattım. Başsavcı Vekili'm anlatmadığımı söyleyebilir mi?
Bunlar işkence değil de nedir? Bunları ancak "akıl ve ruh yapısı
bozuk" şahıslar yapabilir. Şahsıma deli raporu aldırmaya çalışan Ilgaz
mafyası ve Başsavcı, bu raporu önce kendilerine aldırsınlar. Bu caniliği biri
uyguluyor, diğeri seyrediyor. Eğer bu davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
götürseydim, biliyorum ki tazminat olarak donlarına kadar alırdım. Fakat
yapmadım, çünkü ülkemin meselelerini önde tutarak, şahsıma uygulanan tüm
icraatları unutmaya çalıştım. Cani ruhlu Şenol Ilgaz şahsıma "Dağ
kanunları" uyguluyor, Türkiye Cumhuriyeti Adaleti'ni Eskişehir'de temsil
eden Başsavcı Vekili ve Başsavcı Gökhan Karaburun bu icraatları görmezden
geliyordu.
ŞENOL ILGAZ'IN SAHTECİLİĞİNE BİR ÖRNEK
2002 senesinde, Mustafa Topaloğlu isimli bir şahıs, Ilgazlar AŞ'ye ait 26 PN
007 plakalı Volswagen Golf marka otomobille, Bolu otoban gişelerinde kaza
yapar. fakat bu şahısın ehliyetinin olmaması sebebiyle, sigorta şirketinden bir
hak talep edemezler. Daha sonra bu araca, şirketten tekme tokat öldüresiye
dövülerek atılan Ali Yılmaz isimli şahıs bindirilir, otomobili şarampole atması
istenir. Önce kaza geçiren, sonra da şarampole atılan araç için sigorta
şirketinden yaptırılması talep edilir. Bu sigorta şirketinin Burak Sigorta
olduğu, Birlik Sigorta'yı temsil ettiğini açıklamamdan sonra, olayın
mahkemelere yansımaması için AKP'li Ilgaz mafyası bu şirkete yüklü miktarda
para ödemiş ve sahteciliğini kapattırmıştır. Burak ve Birlik Sigorta
Şirketlerinin ifadelerinin alınması... Bu olayı ilgili makamlara ihbar ederken
araca kasıtlı olarak "kamyon" dediğim halde, sahtekar AKP'li Ilgaz
mafyası şahsıma "iftira davası" açamamıştır. Bu sahtekarlık olayının
araştırılması... Başsavcı ile Vekili, bu konuyu bildirmediğimi söyleyebilir mi?
Anlatacak o kadar olay ve konu var ki, bunların hepsinden Başsavcı'nın da,
Vekili Coşkun Mutluer'in de haberi ve bilgisi oldu. "Ilgaz mafyasının
patronlarını tanımazdan gelmekle" ancak kendilerini kandırırlar. Zaten bu
mafyanın elinde ikisi de kukladırlar. Nereye isterlerse oraya çekerler...
Mecburlar... Şimdi de Şenol Ilgaz'ın "tokatçılığına" örnek verelim:
ŞENOL ILGAZ'IN TOKATÇILIĞINA BİR ÖRNEK
Esim İnşaat isimli bir Doğalgaz şirketine iş veren AKPARTİ'li Ilgaz mafyası,
işini eksiksiz yapan bu şirkete, parasını ödememek için türlü bahaneler bulmuş,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mahkemeleri dahi bu parayı bu mafyaya
ödetememiştir. Mağdur edilen bu doğalgaz şirketi şu anda iflas etmiştir. Buna
benzer birçok örnekler mevcuttur. Ilgaz mafyası işini yaptırır, bahaneler ileri
sürerek şirketlere paralarını ödemez. Ayrıca piyasada çok sayıda karşılıksız
çekleri vardır. Çekleri kendi şahısları adına imzalarlar, karşılıksız çıkınca
da mağdur olan şirketler bu alacaklarını tahsil edemezler. Çünkü Ilgaz
mafyasında tüm gayrimenkuller ve tüm işyerleri Ilgaz AŞ ve Palet LTD ŞTİ
üzerinedir. Şahıs adına imzalanan çekler bir türlü bu karanlık şirketlerden
tahsil edilemez. Şirket adına çek kullanmazlar. Araştırınız...
ŞENOL ILGAZ RÜŞVET YİYENİ VE HIRSIZI ÇOK SEVER
İşte Rüşvetin belgesi: Çukurhisar Ilgazlar AŞ Yonca Asfalt Şantiyesi'nde
çalıştığım süre içinde (2002-2003), sivil plakalı, beyaz renkte, Ford marka bir
otomobil (İçinde trafikte kullanılan radar cihazı vardı), en az dört defa
şantiyeye geldi. Özellikle hava karardıktan sonra geliyordu. İçinde hafif kır
saçlı, elli yaşlarında, resmi kıyafetli bir şahıs, "Mehmet Ilgaz'ın gelip
gelmediğini" soruyor, "Burada buluşacaklarını" söylüyordu. Sonra
da camı kapatıp telefon ediyordu. Bunlardan birinde otomobilin camını kapatmamıştı.
Mehmet Ilgaz'la olan telefon konuşmasını aynen aktarıyorum: "Bak Mehmet,
saat veriyorsun, geliyorum, seni bulamıyorum. Bak, yarın öğlene kadar getir.
Tamam, biriyle gönder. Bak, gözünün yaşına bakmam" diyor, telefonu
kapattıktan sonra da "şerefsiz" diyordu. Resmi kıyafetli bu şahıs
Mehmet Ilgaz'dan "yakışıklı çıkmış bir fotoğrafını" istiyor
olmalıydı. İki gün sonra merkez şantiyeden telefon geliyor: "Kenan,
Çukurhisar'daki Bölge Trafik'e git, Ekrem'in kamyonunu bağlamışlar. Ekrem hemen
Mehmet Ilgaz'ın cebini arasın." Çukurhisar Bölge Trafik'e gidiyorum,
Ekrem'i (Şirkette kamyon şöförü, emekli oldu) buluyorum, söyleneni iletiyorum.
Sonra, şantiyeye gelen kır saçlı bu trafik polisiyle göz göze geliyoruz,
kaşları çatılmış. Mehmet Ilgaz "fotoğrafını" göndermemiş olmalıydı. Kamyonun
bağlanma gerekçesi "ruhsatının olmaması"ydı. Yarım saat sonra
bırakılıyor ve ruhsatı kamyonda olmayan Ilgazlar AŞ'ye ait üç kamyon (34 TA
2203-06 LFS 70-26 FS 497) altı ay boyunca karayollarında, hem de 24 saat
kontrol altında tutulan Çukurhisar Bölge Trafik'in önünden her gün 20 kere
geçiyor. Şantiyenin sorumlusu olarak bu araç şöförlerinden kamyonların
ruhsatlarını görmek istiyorum, aldığım cevap: "Senelerce bu kamyonlara
biniyoruz, biz görmedik ki ruhsatları sana gösterelim..." Anlattıklarına
göre her ay, ruhsatı olmayan bu üç kamyon için Mehmet Ilgaz, Bölge
Trafik'tekileri "yemliyor"muş. Bu şöförler bullunup sorulabilir:
Ekrem, Ali Yılmaz, Hasan. Bu üç şahısın da bulunarak ifadelerinin alınması
gerekiyor. Üçü de şirketten ayrılmıştır. Bunlardan Ali Yılmaz isimli şahıs,
emekliliğine bir ay kala dövülerek şirketten atılmıştır. Hasan isimli şöför de,
"mazot çalıyor" iftirasıyla atılmıştır. Aslında hırsız olan, Hasan
isimli şöför değil, Ilgaz mafyasının tüm patronları belgeli hırsızdır. Yukarıda
plakalarını verdiğim kamyonlar, ruhsatları olmadığı halde, senelerce Çukurhisar
Bölge Trafik'e rüşvet verilerek trafikte seyretmelerine izin verilmiştir. Bu
rüşvet olayını defalarca ilgili makamlara ilettiğim gibi, 31 sayfalık
mektubumda özellikle belirterek, "rüşvete suçüstü yapmak isteyen" ve
"Vatansever" arayan Adaletimizin eski Bakan'ı Cemil Çiçek'e bizzat
makamında teslim ettim, ayrıca Başbakan'ımıza da gönderdim. "Almadım"
diyenleri de "yalancılıkla" suçladım. Bu mektupları ilgili makamlara
postaladığıma dair elimde "taahhütlü" makbuzlar vardır. Kısacası,
AKPARTİ'li Ilgaz mafyasının bu rüşvet işleri, Başbakanımızı ilgilendirmediği
gibi, sözde "vatansever" arayan Adaletimizin eski bakanının ne kadar
yalancı biri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Üstelik bu Bakan'ımıza bizzat
ulaşmama rağmen... AKPARTİ'li ol da ne olursan ol, istersen yasadışı işlere
bulaşan mafya ol, AKPARTİ'nin zihniyeti olmuştur.
BANKA HORTUMCUSU ŞENOL ILGAZ
Devletin Bankası Emlakbank'ın Ilgaz mafyasınca hortumlanması olayını önceki
Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer ortaya çıkarmıştır. Bu konuda şahsıma
"şahitlik" yapacak olan Ahmet Necdet Sezer'e saygım nedeniyle bu
konuyu internete taşımıyorum. Hortumun bilgi ve belgeleri şahsımdadır. Olması
gereken adalet memleketimize uğradığında bu dosya ile birlikte çok sayıda dosya
da açılacaktır.
AKP'li Ilgaz mafyasının tarihi eser kaçakçılığı yaptıklarına ışık tutacak bir
mektup sunalım:
ESKİŞEHİR KAÇAKÇILIK ŞUBE MÜDÜRÜ MUSTAFA BEY’E
Sayın Müdür'üm,
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı Gökhan Karaburun'un, şahsımı susturmak amacıyla
cezaevine tıktığı 23 Nisan 2005 tarihinden bir hafta önce, Emniyet Müdürü'müz
Savaş Yücel beni makamına davet etmişti. (Hani yasadışı işlerin bizzat Sayın
Vali'mizce Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e bildirildiği günlerde). İşte o gün sen
de oradaydın. Emniyet Müdürümüz, sen ve ben... Hangi konuları konuşmuştuk?
Ilgaz mafyasının yasa dışı işleri ve himayecisi Başsavcı Vekili Coşkun
Mutluer... Hatırladın mı?
Emniyet Müdürü'nün makam odasında geçen konuşmaları ses bandına kaydettiğimi
biliyorsun. Aramızda geçen bu konuşmaları defalarca dinledim ve işte bu mektubu
yazmaya karar verdim. Tuhafıma giden bazı konuşmaları hala düşünmekteyim. Bu
konuşmaları bazı kimselerin de bilmesi gerektiğini düşünerek, konulara açıklık
getirmek istedim. Çünkü:
Devletimiz ile suç birliği içinde olan ve özellikle AKP kurucuları olması
sebebiyle Başbakan tarafından "yardım ve yataklık" edilen suç
şebekesi Ilgaz mafyası, kesenin ağzını açmış, pislik işlerinden kurtulmak için
(daha doğrusu kıçlarını kurtarmak için) servetlerini "rüşvet" olarak
dağıtmaya karar vermişler (zaten her zaman rüşvet çarkında oldular), adalet
silsilemizdeki hainleri kirli paralarıyla ihya etmişlerdir. İşte bu adalet
silsilemizdeki makamlar topyekün karar almışlar, şahsıma sekiz sene hapis
cezası aldırarak linç etmişler ve oğlumun evini sahteciliklerle talan
etmişlerdir. Şimdi de DELİ RAPORU aldırabilmek için her yola başvuruyorlar.
Başka çareleri yok zaten.
Ancak, Ilgaz soyadlı bu şerefsizlerin ve devletimize ihanet eden adaletimizdeki
hainlerin unuttukları bir konu var. Seninle aramda geçen konuşmalar da dahil
olmak üzere, bu yasadışı işler konusunda sesini kaydettiğim tüm makam
sahiplerine ait bantları, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na, elimdeki bilgi ve
belgelerle birlikte teslim etmeye karar verdim. "Deli raporum"
olmadan bunları teslim etmeliyim. Eğer Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu
memleketin şerefli bir başsavcısı ise (asla şüphem yok), zamanı geldiğinde AKP
çatısı altında her türlü namussuzluğu yapan hainlere hesabını soracaktır.
Bunlara ADALET silsilemiz içindeki hainler de dahildir. Bu mektubu yazdığım
güne kadar katıldığım tüm duruşmalarda, şahsımı yargılayan hakimlerin seslerini
de kaydettim. Şahsıma karşı tavır koyan hakimlerin kim oldukları da zaten
belli. Özellikle Eskişehir 2. Sulh Ceza Hakimi Berrin Hanımefendi.
Biliyorsun "Ergenekon Davası"nda ve "Uzan Davası"nda
savcılarım hep telefon konuşmalarından, yani "ses kayıtlarından" yola
çıkarak iddianame hazırladılar ve çok sayıda şahısı ADALET önüne çıkarıp hesap
sordular. Demek ki elimdeki ses kayıtları savcılarıma göre birer delildir ve
iddianamelerde kullanılabilir. Emsal teşkil edecek çok sayıda davalar vardır.
Bu açıklamalardan sonra şimdi seninle ilgili ses kayıtlarına gelelim: Emniyet
Müdürü'müz "Afferin sana" derken sen ortalıkta yoktun. Odanın içinde
çok sayıda emniyet amiri ve başka ilden misafir gelen emniyet görevlileri
vardı.
Aynı gün akşam üzeri saat beş gibi tekrar Emniyet Müdürlüğü'ne geldiğimde sen,
Sayın Emniyet Müdürü'nün odasındaydın ve bildiğin konuları konuştuk. Bir çok
yasa dışı işlerden bahsettiğim gibi, sen bunların hepsini zaten biliyordun.
Yasadışı işlere bir şekilde bulaşmış emniyet personelini de biliyordun ve hep
bilmezden geldin. Emniyet Müdürümüz sinirlenip masasına yumruğunu her
indirdiğinde yüreğin hopladı. Bu şerefli müdürümüz bağırarak "Susma,
savaşa devam" desteği verirken, sen aynı kanıda değildin, fakat bir türlü
söyleyemedin. Çünkü korktuğun, çekindiğin şeyler vardı. Çünkü sorumlusu olduğun
şubede bir çok personel yasadışı işlere karışmıştı. "Şeker hastası olan
Emniyet Müdürü'nün şekerinin yükselmemesi için" bana müdahale etmeyi de
ihmal etmedin. "Sus artık çok konuşuyorsun" derken Emniyet
Müdürü'müzün yükselen şekerini mi düşündün, yoksa sorumlu olduğun şubedeki suç
şebekesi Ilgaz mafyasının tarihi eser kaçakçılığına karışmış personelini mi?
Ettiğin lafları bir daha düşün...
Sonra beni bir odaya götürdün, hatta yalvardın. Gürültüyü duyan, Kenan AKKUŞ'u
merak eden polis amirleriyle oda dolmadı mı? Bir polis memurunu fotoğraflardan
teşhis etmeye çalıştığım sırada sana ne dedim, hatırla: "Polisimize zarar
vermeyi asla düşünmüyorum, fakat polisimiz Ilgaz mafyasıyla suçbirliği içinde,
şahsımla ilgili her türlü bilgi emniyet mensupları tarafından Ilgaz mafyasına
uçuruluyor."
Bir de "Şenol Ilgaz'ın yağmaladığı sit alanı" meselesi oldu. Dedin
ki: "Şenol Ilgaz Ağır Ceza'da yargılandı, bir yıl sekiz ay ceza
aldı..." Oysa bu konuyu çok araştırdım fakat doğruluğuna ulaşamadım. Sonra
bir savcım dedi ki: "Doğru bu cezayı aldı fakat ertelendi." İşte
bunun da ses kaydı var. Bir vatan haini devletin yasalarını ısrarla çiğniyor,
fakat aldığı ceza ısrarla erteleniyor, üstelik kaçak olduğu bilinen villalar
yıkılmıyor. Her nedense "vatansever Kenan'ın" yasadışı işleri
ihbarları sonrasında aldığı hapis cezaları ertelenmiyor, üstelik iftiralar
atılarak defalarca cezaevlerinde ve nezarethanelerde susturuluyor. Bu
ihbarlarım sonrasında Adaletimiz şahsıma sekiz sene hapis cezasına hükmetti.
Yargıtay'da bekleyen bu davalar ONANIRSA, "şerefini Ilgaz mafyasına
satmayan bir vatansever olarak" cezaevine girip paşa paşa yatmayı bilirim.
Peki ya sen ve şahsımı linç eden savcılar? Bu yasadışı işler nasıl olsa bir gün
ortaya çıkartılıp hesabı senden ve savcılardan sorulmayacak mı sandın? Adalet,
er ya da geç yerini bulur. Bundan hiç şüphem olmadığı için ısrarla mücadeleme
devam ettim. Şahsıma uygulanan çifte standart Türkiye Cumhuriyeti Adaleti'nin
yasası değil, Eskişehir'deki hainlerin yasası... Bunu gayet net
bilenlerdensin...
Diyelim ki Kaçakçılık Şubesi'nin personeli "tarihi eser
kaçakçılığına" ortak olmadı (farz edelim), Emniyet Müdürü’müz masasını
yumruklayıp "Susma Savaşa Devam" diye bağırırken, sen neden ısrarla
susmamı istedin? Korktuğun, çekindiğin ne var? Murat Mercan'ın seni Şırnak'a
sürmesinden mi korktun? Murat Mercan'ın Eskişehir Sağlık Müdürü'nü görevden
alıp, kendi adamını Sağlık Müdürü yaptığını hepimiz biliyoruz. Doğru olanı
yapmak yerine Murat Mercan'ın gazabına uğramamak senin çıkar yolun oldu. Yani
kısacası her kimse gibi düzene uydun, fakat yasalara göre suç işledin.
Hatırlarsın, cezaevinden çıkar çıkmaz (30/05/2005), taşınmadan önceki makamına
geldim (Osmangazi'deki). Her zaman olduğu gibi ses kayıt cihazımın düğmesine
bastım. Eskişehir Cezaevi Müdür'ünün şahsıma anlattıklarını dilekçemde belirterek
sana sundum ve "Ilgaz mafyasının deposuna ve evlerine baskın
yapmanızı" istedim. Çünkü Cezaevi Müdürü'nün ne kadar dürüst bir insan
olduğunu kısa zamanda öğrendiğim gibi, bu şahısın yalan laf etmeyeceğine
inandım. Yalan laf eden sendin, emrindeki adamlarındı ve hatta Eskişehir'deki
tüm savcılardı...
Bant kayıtlarına göre sen "Ilgazlar'ın antikacılık belgesi olduğunu"
söyledin. "Her hangi bir baskın yapmanın söz konusu olamayacağını" da
ilave ettin. O anda anladım ki sen, emrindeki adamlar gibi Ilgaz mafyası ile
"tarihi eser kaçakçılığı işinde suç birliği" içindeydin. Ilgaz
soyadlı soysuzlarda "var olduğunu iddia ettiğin antikacılık
belgesinin" olmadığını zaten biliyordum. Birinci dereceden korunması
gereken sit alanının tamamını "çadırlar altında" kazdıklarını, bir
çok Frig mezarından "paha biçilemez" antikalar çıkardıklarını ve
hatta bunları kimlere pazarladıklarını bilmeme rağmen, söylemedim. Çünkü
sorumlu olduğun şubede hiç bir elemanın bana "güven" vermedi.
Ilgaz'ın avukatlığını yapan ve şahsımı azarlayan komiserlerinle tanıştığım
gibi, görevlerini yapmayan amirlerin de iddia ettiğim konuları karartma yolunu
seçerek "istiap haddi" konularını bile ağzına yüzüne bulaştırdı. Kime
güveneyim de tarihi eser kaçakçılığının belgelerini teslim edeyim? Kısacası her
zaman Ilgaz mafyasını koruyan personelinle muhatap oldum. Bu şahıslardan birini
Emniyet Müdürü'nün yanında sana da anlattım. Ilgaz mafyasının avukatlığını
üstlenen ve beni suça teşvik eden, "sit alanlarını yağmalamamı
öneren" DEDE lakaplı komiseri anlatmadım mı? Bu ifadelerim bant
kayıtlarında var. DEDE lakaplı bu komiser hakkında hangi işlemlerde bulundun,
dürüst olup şahsımı bilgilendirdin mi? Bir komiser bunları yaparsa, astları
neler yapmaz?
Çadırlar altında gizli kazılar yaptıklarını yukarıda bahsettim. Antikacı
belgesi olan adam neden gizli kazı yapsın? Hatırlarsın aynı gün (30/05/2005)
yağan yağmura rağmen Eskişehir Müze Müdürlüğü'ne giderek bir belge aldım ve
tekrar senin makamına geldim. Aslını sana teslim ettiğim belgenin içeriği şuydu:
"Ilgazlar AŞ ve yakın çevresine koleksiyoner belgesi verilmemiştir."
İşte bu belgeyi görünce şok oldun ve daha önce ettiğin lafları yuttun,
toparlayamadın. Hatırlarsın makamında tekrar bir dilekçe yazdım ve sundum:
"Ilgaz mafyasına tarihi eser baskını yapılmasını arz ederim."
Bu ikinci dilekçemden sonra paçaların tutuştu, bahaneler aramaya başladın.
Bahanelerinden ikisini sunayım: "Baskın yaparsak ve tarihi eser çıkmazsa
ne yaparız?" İkincisi:"Başsavcılıktan izin almamız lazım, acaba izin
verir mi?" Israrla baskın yapılmasını istedim. Bir kaç telefon numarasını
arayıp talimatlar yağdırdın. Sonra da bana "Baskın yapacağız" dedin
ve makamından uğurladın. Üçüncü sorumu soruyorum, Sayın Müdür: "Eskişehir
Cumhuriyet Başsavcısı Gökhan Karaburun'dan baskın için gereken izni aldın mı?
Peki, baskın yaptın mı?"
Açık adresimi ve telefonumu dilekçelerimde belirtmeme rağmen, 3071 sayılı
dilekçeye cevap hakkı kanununu hep es geçerek, ta ki ben, e-mail ile baskı
yapınca çözüldün. Zahmet buyurarak adresime bir belge gönderdin: "Ilgaz AŞ
mekanında hiç bir tarihi esere rastlanmamıştır..."
Sayın Müdür'üm, bak bu yazının internet sayfasında en üstte bir söz ettim:
"Asla yalan laf etmediğimi bilenlerden birisin..."
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı Gökhan Karaburun, Ilgaz mafyasının dostu olduğu
sürece sana asla "arama izni" vermez. Bunu ikimiz de biliyoruz.
Yapacağın baskın işi hiç bir zaman gerçekleşmedi, bunu da biliyoruz. Oysa sen
ve Kaçakçılık Şubesi'nde görevli tüm personeliniz biliyor ki, Ilgaz mafyası tam
15 senedir Frig krallığına ait tarihi eserleri toprak üstüne çıkarıyor ve senin
de bildiğin üzere satıyor. Benim bildiklerimin bin katı fazlasını da
biliyorsun. Zaten yukarıda belirttiğim ve bant kayıtlarında var olduğu gibi,
Ilgaz mafyasının tarihi eser çıkardığını zaten itiraf ediyorsun:
"Ilgazlar'ın antikacılık belgesi olduğunu" ve "Her hangi bir
baskın yapmanın söz konusu olamayacağını" söylemen, Ilgaz mafyasının
tarihi eser çıkarttıklarını bildiğinin delilidir ve senin bunu itiraf etmendir.
"Antikacılık belgesini" görmüş olmalısın, ya da seni inandırmış
olmalılar ki "böyle bir belgenin varlığından" kesin söz
edebiliyorsun. İş makinası kepçeyle höyüğü dağıttığını da biliyorsun, ihbar
edenleri de biliyorsun, savsaklanan mahkemeleri de... "Ağır Ceza'da yargılanıp
bir yıl sekiz ay ceza aldıklarını" da söyleyebiliyorsun. Söyle bana Sayın
Müdür'üm, koleksiyoner belgesi olan adamın Ağır Ceza Mahkemesi’nde işi ne? Beni
mi kandırıyorsun, Türkiye Cumhuriyeti Adaleti'ni mi? Senin görevin adaleti
yanıltmak değil, ülkemizdeki seni engelleyen hainlere rağmen görevini en iyi
şekilde yapmaktır. Kaçırılan tarihe sahiplenmek, bu hainlerin yakasına yapışıp
adalete teslim etmektir. Eğer sen bunları yapmıyorsan, devletin sana bu iş için
verdiği maaşını hak edip bu parayla çocuklarını gönül rahatlığıyla beslediğini
söyleyebilir misin? İşin özüne bakarsak her zaman ortaya "vicdan
meselesi”ve "cüzdan meselesi" çıkar. Bant kayıtlarından anlaşılıyor
ki sen seçimini zaten yapmışsın.
Eskişehir İl Jandarma'dan Volkan Yüzbaşı: "Höyüklerden değerli bir şey
çıkmaz" dedi. Bu ses kaydı da arşivimde. Ben "değerli bir
şeyden" bahsetmedim. 2600 senelik Frig antikalarından bahsettim. Bu
memlekette antikaların değerini yüzbaşılar ve komiserler mi belirliyor, hala
merak içindeyim. Oysa Ilgaz mafyasının üzerine 35 kaçak villa yaptıkları
birinci dereceden korunması gereken sit alanı "özel tarım alanı"ndan
çıkan Frig antik eserlerinin binde biri, Frigya Vadisi'nden bile çıkmadı. Çünkü
Frig Kralı altın düşkünü Midas’ın mezarı, ısrarla işaret ettiğim yerdeydi ve bunu
sen de, emrindeki adamlar da biliyordunuz. Yunanistan'a kaçırılan bu tarihin
gerçek değeri 10 katrilyon TL ... Bu rakama aklınız yatıyor mu sayın Müdür?
Türkiye'yi ihya edecek bir hazine... Bu hazine kimin elinde? AKP kurucusu,
banka hortumcusu, 2 adet cinayetin zanlısı ve hırsızlıkları belgeli metres
düşkünü bir namussuzun elinde. Hadi bu namussuzun höyük yanına yaptığı
villasının temelini açtır da görelim. Parçalanmış Frig eserlerine hep birlikte
tanık olalım. Bunu yapabilecek kadar cesaretin var mı, öğrenelim. Hangi
hainlerin elinde oyuncak edildiniz, bunlara da millet olarak tanık olalım.
Vicdan, üzerinde huzurla uyunabilecek en rahat yastıktır... Sevgili Müdür'üm...
11/11/2008
ESKİŞEHİR VALİSİ GÜNGÖR AZİM TUNA’YA SORALIM:
BU NE İŞ VALİ BEY?
Gördüğün bu lüks villalarda bol miktarda orospu çocuğu ikamet etmekte…
Eskişehir’in zenginleri:
Kiremit fabrikası sahibi birkaç piç…
Çikolata fabrikası sahibi birkaç fahişe…
Ülkemin saygın Meclis’inde görev yaptığına inanan birkaç eski milletvekili pezevenk…
Şanlı ordumun yüz karası birkaç general…
Doktorluk yaparak şanlı ordumu sömürmüş birkaç albay puştu…
… ve daha bir sürü kendini vatansever gören uyuz eşekler sürüsü…
Bir de Büyükerşen’in sümüklüsü Cemal Okan Yüksel para denkleştirip villa alacaktı buradan, henüz haberi gelmedi…
İşte yukarıda sıfatlarını saydığım şerefsizler, kaçak villaları inşa eden Şenol Ilgaz’ın gırtlağına sarılıp:
“-Ulan şerefsiz, bana sattığın villa kaçak çıktı. Odunpazarı Belediye Başkanı AKP’li Burhan Sakallı’nın verdiği ruhsatlar sahte çıktı. Birinci derece sit alanına nasıl villa yaparsın da bana sahte ruhsatla satarsın şerefsiz…” Diyemedi… Demedi…
Çünkü hepsi, bu arazinin 1980 yılında sit alanı olarak tescil edildiğini, villaların altında 2600 yıllık antik şehir olduğunu bile bile milyonlarca dolarını Piç Şenol’a verip işte bu lüks villaları satın aldılar…
Kimler onlar?
Yukarıda sıfatlarını saydığım orospu çocukları.
Piç Şenol’un 2863 sayılı sit yasalarının ırzına geçtiğine şahit oldukları gibi, suç ortağı da oldular.
Dahası bu yasa dışı işlere göz yumarak yardım ve yataklık ettiler…
Piç Şenol ve çetesinin, “antikacılık belgesi” olmadığını bildikleri halde, birinci dereceden korunması gereken arkeolojik sit alanının her bir köşesinden 2600 yıllık Frigya antikalarını gün yüzüne çıkardıklarına ve yasadışı bir şekilde sattıklarına şahit oldular.
Bu yasadışı işlere göz yummaktan suçlu oldukları gibi, ihbar etmedikleri için Piç Şenol ve çetesiyle ortak çalıştıkları, yasadışı işlerden nemalandıkları, vatana ihanetle suçlanacakları da artık ortadadır.
Çünkü yasadışı çıkarılan antikalar Milletimizin ortak malıdır.
Milletin ortak malını çalanların anası sikileceği gibi, göz yumanların da anası sikilmelidir…
Yargılanacakları günü sabırla beklemeliler…
… ve güvenlik… Emrindekiler asgari ücretinin peşinde olan sıradan insanlar fakat başlarında bir çakal… Başkomiserlikten emekli bir çakal… Hiç mi görmedi bu yasadışı işleri?
Villalara nazır 2600 yıllık Frigya höyüğünün yağmalandığı da ispatlanmıştır.
CNN ve Radikal Muhabiri Ömer Erbil’in bana anlattığı ses ve görüntü kayıtları delil olarak yeter.
Emniyet Genel Müdürümüz Mehmet Kılıçlar’ın imzaladığı belge de buna ilave edilirse…
Yukarıda sıfatlarını saydığım şerefsizlerin anasını sikeceğim demektir…
Çünkü: Öyle anlaşılıyor ki Riverside sakinleri tüm yasadışı işlerde Ilgaz mafyasıyla suç birliği yapmış ya da suçları görmezden gelerek suçlu şahıslara yardım ve yataklıktan kodesi boylayacaklardır…
Tabi bu ülkeye temiz bir adaletle birlikte daşşaklı bir adam gelirse…
Kırmızı ceylan derili koltuklar kimlere baki kaldı ki?
Umudumu kaybetmeden bekliyorum…
Bekleyip görelim Sevgili Vali’m…
Saygılar benden olsun…
Kenan Akkuş (esrehber)
BELGELERLE İHBAR ETTİĞİM RÜŞVETÇİ ESKİŞEHİR SAVCILARI BENDEN İFADE ALMAK YERİNE "DEFOL" DİYEREK MAKAMLARINDAN KOVUYOR.
RÜŞVET KARŞILIĞINDA ESKİŞEHİR'İN 2600 YILLIK ANTİK TARİHİNİ KATLEDEN ŞEREFSİZLERİN TAM LİSTESİ AŞAĞIDADIR.
KAMUOYUNA SUÇ DUYURUSUDUR.
Şenol Ilgaz isimli tarihi eser kaçakçısı katil ve oğulları (hortumcu esrarkeş İsmail Ilgaz, uyuşturucu tüccarı Mustafa Ilgaz, soyguncu katil Mehmet Ilgaz), 2600 yıllık Frigya höyüğünden ve sit alanı içindeki 37 Frigya mezarından çıkardıkları, her biri milyonlarca dolar değerindeki yüzlerce antika altın heykeli, İstanbul Rum Kilisesi papazlarını kullanarak Yunanistan’a kaçırdı.
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına verdiğim ihbar dilekçelerim yırtıldı.
Çünkü Eskişehir Adliyesi’nde görevli savcılar ve hakimler, bu kaçakçılık işinden pay alıyordu…
Ilgaz mafyasının ve ADALET ÇETESİ’nin ortaklaşa yürüttüğü yasadışı işleri dört Adalet Bakanı’na bizzat ilettim.
İsimleri: Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin, Sadullah Ergin, Bekir Bozdağ…
Antikacılık belgesi olmayan antika kaçakçısı Şenol Ilgaz’ın AKP kurucusu olması sebebiyle ihbarlarım örtbas edildiği gibi, şahsıma iftiralar atılarak çok sayıda dava açıldı…
Eskişehir Savcıları ve Hakimleri, karıştıkları kirli işlerin ortaya çıkmaması için şahsımı linç etti:
İftiralarla dolu 60 dava…
64 gün cezaevi…
34 gece nezarethane…
120 gün tımarhane…
14 sene hapis cezası…
Milyonlarca lira para cezası…
İki adet sahte deli raporu…
Nüfus kağıdımı da elimden aldılar…
ANTİKA KAÇAKÇILIĞINDAN PAY ALARAK ŞAHSIMI LİNÇ EDEN YASADIŞI ADALET ÇETESİNİN ÜYELERİ İŞTE:
Eskişehir Sulh Ceza Hakimi Nadir Serbest
Eskişehir Savcısı Tülay Nermin Atay
Eskişehir Asliye Hukuk Hakimi Ayhan Yılmaz
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı Gökhan Karaburun
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcı Vekili Coşkun Mutluer
Eskişehir Ağır Ceza Hakimi Rasim Manav
Eskişehir Asliye Ceza Hakimi Berrin Kanagöl Yeşilyurt
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Celalettin Karanfil
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Hasan Gönen
Eskişehir Sulh Hukuk Hakimi Nevin Bal
Eskişehir Asliye Ceza Hakimi Hakkı Aydoğan
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Cemal Gürsel Sarıca
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Metin Kurt
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Erdal Yatmış
Eskişehir İcra Hakimi Derman Çönk
Eskişehir Sulh Ceza Hakimi Murat Karahisar
Eskişehir Sulh Ceza Hakimi Erol Özdemir
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Salih Gündeş
Eskişehir Asliye Hukuk Hakimi Ali Selman Erkuş
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Bülent Elver
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı Orhan Çetingül
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Galip Karayazı
Eskişehir Asliye Ceza Hakimi Veli Orbay Özgür
Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Ahmet Tekne
Eskişehir Barosu'na kayıtlı Avukat Hatice Banu Bazarkaya İnce
Antalya Barosuna kayıtlı Avukat Muhsin Hatır
Büyükerşen'in Avukatı Cemal Okan Yüksel (milletvekili)
Eskişehir Devlet Hastanesi Doktorlarlarından Gönül Baylan Kaygısız
Antika kaçakçısı katil Şenol Ilgaz ve oğullarından rüşvet yiyerek çok sayıda yasadışı işi örtbas eden ve isimlerini yukarıda deşifre ettiğim şerefsiz pislik ADALET ÇETESİ’nin görevlerinden alınması, yargı önüne çıkarılarak hesap sorulması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı göreve davet ediyorum.
Kamuoyuna saygıyla duyururum. 26.06.2015
Kenan Akkuş
CNN VE RADİKAL GAZETESİ'NİN MUHABİRİ ÖMER ERBİL'İN ŞAHSIMLA GÖRÜŞMESİ SONRASINDA YAPTIĞI HABER İŞTE BURADA:
http://www.radikal.com.tr/
Katil Şenol Ilgaz ve oğlu Esrarkeş İsmail Ilgaz'ın tehdit etmesi üzerine Ömer Erbil, kedisine bizzat anlattığım olayları ve tarihi eser kaçakçılığını gazetesine yazamıyor. Çünkü Ilgaz mafyasının 5 cinayeti var ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a verdikleri 25 milyon dolar rüşvet sonrasında koruma altına alındılar.
Kamuoyuna ihbardır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder